Doğduğumuz andan itibaren bulunduğumuz dünyaya meraklı gözlerle bakar, inceleriz merakımızı gidermek adına. Tıpkı çocukken ebeveynlerimize sorduğumuz sorular gibidir sorularımız. Öyle pek de yargılanmaz; öğretilir, benimsetilir. Aslına bakarsak bu sorgulama eylemi bize ‘’Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez.’’ fikrine iter ve insan şunu sorar,

“Sorgulamayanlar da aynı dünyadan değil mi?“

Tabii ki dünyamız aynı fakat yaşantılarımız farklıdır, bazılarımız tecrübeleriyle öğrenir birtakım sorunların cevaplarını ne uğruna olursa olsun. Pek çoğumuz da korkarız soru sormaktan, tepkilerin bize geri dönüşünün sert olmasından, anlaşılmamaktan…Cevabı alınan bir bilginin doğruluğunu araştırırız bir kanıt bulmak adına, aslında serüven orada başlar. Sorgulamaya başladığımızda cevapları çok da önemsemez, sürekli sorarız, bulduğumuz cevapta bile bir soru çıkarırız kendimizce ortaya. Bazı kalıp yargıları benimseyen ve içselleştiren kimi insanlar da sorgulamayı istemezler veya toplumlarında iktidardan dolayı benimsetilen düşüncelere körü körüne inanmak durumunda kalırlar. Bu iki kısım arasındaki fark aslında küçük gibi görünse de benimsediğimiz hayatın seçeneklerini sunar bizlere. Sorgulayarak, hayatı dinamik bir şekilde kavramaya çalışarak, bulunduğumuz yolda ilerleriz ve bu ilerleme modern çağ ve modern çağın gerisinde kalmış toplumlara da benzer bir nevi… Örneğin modern çağı yaşayan bizler geride bırakmış olduğumuz çağ ile çok çatışırız; yapmak istediğimiz, düşünmek istediğimiz bazı şeyler çağımızın gerisinde kalmış geleneksel aile bireylerimizi de içine alan örf ve âdetlere körkütük bağlanma, inanma sonucunda bizi de sorgulamayan bireylere dönüştürür. Araştırıp öğrenmek bireyin kendi elindedir. Bulunan ortamdan uzaklaşıp eleştirel bakış açısıyla ‘’Ne yapıyorum?‘’ diye sormak ‘’Bu ne zamana kadar sürer?’’ diyebilmek her zaman bizim elimizde olan bir durumdur. Kendimizi eleştirmek bir bakıma toplumu da eleştirmektir. Eleştirerek, manayı arayarak varacağımız yere gelebiliriz. Belki de varacağımız yer kendimizdir, içimiz. Hayat sorgulanmaya o kadar açık ki sadece bir kesimin bunu fark etmesi üzücü bir durum. Şu an bulunduğumuz virüs olaylarında oturup bir şeyleri düşünmek, kendi içimize dönmek, keşfedeceğimiz bir dünya turuna başlangıç yapmamızı sağladı desek bencillik yapmış olmayız umarım. Bu olayların nedeni de biz insanlarız ve dönüp ne yapıp ne yapmadığımızı irdelememiz gerek. Hayattan uzaklaşmak, yaşadıklarımızı gözden geçirmek, gerçeklerle yüzleşmek, bulunduğumuz şu andan sıyrılıp bir anlığına da olsa manası olmayan beklentilerimizin önüne geçmek, yaptığımız her şeyin aslında bizim için gerekli olup olmadığını hesaba katmak, bir bakıma hesap etmek, yaşadıklarımızı ölçüp biçmek, hayatta olanı biteni bir süzgeçten geçirip çürük çarıklarını ayıklayarak yola devam etmek ve bazen o yolda kalakalsak da kaldığımız o yolların doğru bir bakış açısıyla bakılarak geçilmesi gereken bir engel olduğunu anlayabilmemizi ve geriye dönüp baktığımızda sorgularken bir şeylerin farkına vardığımızı anlarız. Sorgulamak bir şeyden değil çok şeyden ibaretmiş meğer. Bazılarımız yaşar, bazılarımız sadece var olurlar, var olan kısım sorgulamayan kısımla paraleldir. Einstein’in dediği gibi ‘’Evrende en büyük ziyan, sorgulama yeteneğini yitirmiş bir beyindir.‘’