Kafamızdaki düşünceler mi daha güzeldir, yoksa bunu nasıl ifade ettiğimiz mi? "Her şeyi çok ciddiye alma, hayat çok kısa." diyenlerden başlamak istiyorum. Hayatın bu kadar kısa ve her an bitebilecek bir şey olması sizi endişelendirmiyor mu mesela? Bu belirsizlik beni mahvederken bu kadar kısa oluşunu düşünürken nasıl ciddiye almam? Her şeye nasıl gülerim, dünya bu kadar fırtınalı korkunç bir günü anımsatırken ben bu boşvermişliği ruhumda nasıl yaratabilirim? Hepimiz vücudunun farklı yerlerinden sakatlanmış insanlarken bu kusuru bir kenara itmek insanın acısına yaptığı saygısızlık değil midir? Her şeyin bir açıklaması varsa mutluluğun da olmalı. İnsanlar hep mutlu olmak zorundalar ve öyle görünmeye çalışıyorlar. Mutlu yüzün ardındaki mutsuzluğu görmezden gelmek çok büyük aldatmacadır. Peki insan hayatı boyunca mutsuz olacaksa neden yaşasın? Hayattaki amacı her şeyi daha çok yoluna koyabilmek değil mi? Sonrasında ne olacak? Bu kısa hayatın sona ermesinden sonrasını çok merak ediyorum. Bu kadar iğrenç bir dünyaya layık mıyız, bu kadar kötü ruhların içinde yaşamak ya da o ruhun ta kendisi olmak bize ceza mı yoksa sefasını çekecek miyiz? Ben önceden özgür olduğumu düşünürdüm hatta bununla ilgili bir yazı okudum ve o kadar etkilendim ki dövmesini bile yaptıracaktım düşünün. "Özgür yaşa ya da öl" Kendime bir söz vermiştim eğer ilerde özgür olmadığımı düşünürsem intihar edecektim, çünkü özgür değilsem yaşamamın anlamı da yoktu. Öldükten sonra da özgür olmayacaksam ölmenin anlamı neydi ki? Şimdi aklıma gelince ne kadar komik diyorum. Biz hiç özgür olmadık ve olamayız, önce bunu kabul ettim. Hiçbir şey benim irademle olmadı; bana belli sorumluluklar doğrultusunda bir hayat verildi, aile verildi, duygular, yaşantılar, acılar, mutluluklar... Ben hayatımın rotasını tam anlamıyla oluşturacak bir iradeye sahip olmadım, çünkü sadece seçeneklerde bir şansım oldu. Şans diyorum ama yine şans olarak düşünmeyin, iki yoldan birine gideceğim yine belli bir şeydi. Bir kere hepimiz öleceğiz. Özgür olsaydık ölmemeyi seçebilirdik belki. Mesela okuduğum bir kitapta ölmek için yalvaran başkahramanı buna dahil etmiyorum. O, dört yüz yaşına gelmiş ama yirmi yaşında görünen hayattan ne istediğini bilmeyen tatlı bir çocuk ya da amca. Ama kim bilmediği bir şeye gitmek ister ki. Bunu din bağlamında değerlendirmiyorum. Çünkü dinime göre diğer dünyanın koşulları nasıl bir yer olduğu belli. Ama gözümde canlandıramadığım, o hissini bilmediğim bir şey beni inanılmaz korkutuyor. Bu aralar bunu görmezden gelemiyorum sadece. "Her şeyi sorgulama kafayı yersin." derler. Sanki daha önce denemişler ve bu yüzden kafayı yemiş gibi konuşuyorlar. "Sorgulama." ne demek, ne kadar aptalca bir cümle!