Sekiz yaşlarında falandım. Bir yaz gecesi annem, babam ve aile dostumuz bir çiftle birlikte bir çay bahçesinde oturuyorduk. O gece de millî takımın maçı vardı. Babam benden karşıda maç izlenen kafeye gidip skoru öğrenmemi istedi. Ben de hemen kalkıp karşıya geçtim. Kafe çok kalabalıktı. Bahçede masaların arasından geçip içeri girecektim ki kapının yanında hiç belli olmayan büyük bir cama çarpıp durdum. Ben orasının açık olduğunu sanıp kapı yerine oradan girmeyi planlamıştım. Etrafıma baktığımda bahçede oturan herkesin bana katılarak güldüğünü gördüm.

Mekanın sahibi olduğunu düşündüğüm bir adam yanıma gelip ‘’Lan oğlum koskoca camı görmüyor musun?’’ dedi gülerken ağzından salyalar saçarak.

Çok utanmıştım.

Şimdi otuz iki yaşındayım ve yaşadığım o olaydan sonra hayatım bir daha eskisi gibi olmadı. Çünkü rezil olma ve küçük düşme korkusu yüzünden ileri derecede sosyal fobi hastalığına yakalandım. Öyle ki odamdan dışarı adım atmak bile istemiyordum. Değil sosyal bir aktiviteye katılmak markete gitmek bile benim için çok büyük bir işkenceydi. Hakkımı savunamayacak kadar özgüvensiz hatta dolmuştayken bile ineceğim durakta birinin ‘’İnecek var.’’ demesini bekleyecek kadar pasif birisiydim. İnsanın olduğu her yerden nefret ediyordum. Sanki bütün dünya bana gülüyor benimle alay ediyormuş gibi hissediyordum. Akrabalarımın arasında bile olumsuz değerlendirildiğimi düşünür içimi tarifsiz bir sıkıntı kaplardı. Sanki daha doğarken insanların beynine olaylar karşısında takınacakları tavrı belirleyen bir çip takılıyordu ve ben bu aletten mahrum bırakılmıştım. Nerede ne söyleyeceğimi ve yapacağımı kestiremiyor ‘’patavatsız’’ damgası yemek istemiyordum. Dolayısıyla ne okul okuyabildim ne arkadaş edinebildim. Elim bir sevgilinin yumuşak tenine hiç dokunmadı. Ailem psikolojik destek almam için birçok kez beni doktora götürdü ama o lanet maç beni bir kuyuya atmıştı ve ben bana sarkıtılan ipleri kullanmayı reddediyordum. Benim dünyam odamdı ve dünya nüfusu olarak bir tek ben vardım.

Sizlere hayatımı zehir eden durumu anlattıktan sonra şimdi de sonsuz huzura kavuştuğum olayı anlatmak isterim. Bir gün yine hastane çıkışı babamın yoğun ısrarıyla bir balık restoranına oturduk. Aslında babamı eve gitmek için ikna edebilirdim ama sanırım içten içe makus kaderimi yenmek için bir girişimde bulunmak istiyor olabilirdim. Çünkü bütün gününü odasında film izleyerek geçiren biri olarak seyrettiğim renkli ilişkiler bilinçaltıma ister istemez nüfuz etmiş ve onlar gibi yaşama isteği oluşmuştu. Ama bu o kadar kolay olmayacağı daha ilk andan itibaren kendini göstermişti. Sipariş ettiğimiz balıklar önümüze geldi ve ben elime çatal bıçağı aldığımdan itibaren karşı çaprazımızda oturan iki kişiden yüzü bana dönük olan, deli gibi kahkahalar atan herife takılmıştım. Ne vardı bu kadar gülecek? Yoksa benim çatal-bıçak kullanmayı bilmediğimi mi düşünüyordu? Balığın kılçığını çıkarırken bütün vücudum titremeye başlamadı. Terden sırılsıklam olmuştum. Bu herif yüzünden şimdi bütün mekân bana gülüyordu.

İşte bu balık macerası sayesinde artık çok mutluyum. Tek başıma yeni bir odada kalıyorum ve belirli saatlerde yemeğim geliyor. Dışarıdaki cehennem gibi hayatı duvarların arkasında bırakmakla yeniden doğmuş gibi hissediyorum. Özellikle o herifin yanına gidip ona bıçak kullanabildiğimi göstermekle kırılan onurunun intikamını almış bir savaşçının huzuru ile şimdi burada ellerimi başımın arkasında kavuşturmuş gülümseyerek tavanı izliyorum.