Pariste bi ara sokakta, siyah çok da uzun olmayan eteğimin uçları rüzgarda sallanırken - ve tabiki saçlar- neyi aradığımı bilmeden hiçbir cismi, insanı kaçırmamaya çalışarak gözlerimi pür dikkat gezdiriyorum çevremde. Hayır hayatımın aşkı bu sokakta değil ya da yıllardır görmediğim babam da. Lise arkadaşlarıma da rastlamıcam karşı ki dükkana girince. Yine de bir kaybetmişlik hissi bırakmaz peşini. Belki tüm bu klişeleri düşünmemin sebebi caddeden gelen o müzik. Kalın tokca bi adamın sesi ve ezgileri içimdeki bu boşluğun nedeni. Öyle bir boşluk ki şimdi saatlerce plak bakarak, bi kaç kitap çalarak ve hatta bilmem kaçıncı kahvemi içerken de geçmicek. Havanın tatlı bi sarıya dönüşmesiyle akşamın yaklaştığını hissettiğim ve gökyüzüne şükredercesine, bi bakıma umutla, baktığımda da o yine orda duracak. Beni ara ara yoklayacak burdayım diyecek ve ben aynı anda birden fazla şey yaparak, kaçarak tüm bu sesleri susturmaya devam edicem. Ta ki kaybedene dek. O zaman bedenim durgunlaşacak bakışlarım donuklaşacak, hareketlerimde eklemlerim paslanmısçasına kasılmalar ve yavaşlamalar görülecek.
Tüm bu alışılmış hadiseler yaşanırken ben bir seyirci misali yalnızca gördüklerimi, hissettiklerimi küçük bi not defterine yazıcam. Tekrar tekrar. Ne zaman kazanır ve o boşluğu elimle büküp içindeki şeytanımsı ruhu dışarı çıkarırsam tüm bunlar sona erecek. O zaman ne çiçek satan kadınlar ne de karşı ki sokakta bastonuyla öylece bekleyen adam canımı sıkamayacak. Ben burdan, bu sokaklardan bağımsız bulutların üzerine dek uzanarak yarım kalmış sigaramı tüttürücem. Ve yine hiç bir bakış, yargılayıcı bir süzüş ve ufak mırıltılarla gelen hakaretler duyulmayacak. Duyulsa dahi ben yalnızca gülümseyerek ruhumdan yükselen saf mutluluğun tadını çıkarıcam. Ağaçlara bakıcam ve varlıklarına şükredicem. Tüm bunlar geçtiğinde. Bu banktan kalkıp yürümeye başladığımda. Ve zaman lehime yanaştığında olcak bunlar.