Günümüzde “söylemesi ayıp” tabiri dillerimize pelesenk bir hal almıştır. “Söylemesi ayıp” tabirini kullanan insanın öncelikle “ayıp” kelimesinden ne anladığını anlamak lazım. Toplumun ahlak kurallarına aykırı olan, utanılacak durum veya davranış şeklinde niteler ayıbı Türk Dil Kurumumuz. Çoğu şey Ahmet Haşim’e göre değil, (bize göre) ayıp olduğu için birbirimizin ayıbını örteriz ya da örtmeye çalışırız. Küçüklüğümüzden beri “aaa anneciğim çok ayıp” derken bir yandan da ufak tebessümle bizleri uyaran annelerin çocuklarıyız biz. Söylemesi ayıp! Böyle bir nesiliz işte.

Hava atmaktan hiç hoşlanmayız, havadan sudan konuşmayı severiz sadece. Ne diyordu Hüseyin Avni Dede; “ Sakalım Güney Afrika, sakalım Sudan, ne ölümler yaşadım havadan sudan.” Ama insanoğlu bu… İçinde coşan bir deniz, çağlayan bir şelale, ucu bucağı olmayan müthiş bir yaptıklarını anlatma arzusu… Bu arzuyla yanıp tutuşmaz mı bazen insan? İşte tam o anda dökülüverir ağzımızdan söylemesi ayıplar, aslında büyük kayıplar. O anda nefsimiz bizi yenmiş, averajı yüksek bir yenilgi yaşamışızdır aslında. Kaybettiğimiz andır.

Söylemesi kayıp sözler de vardır hayatımızda. Tabii insanoğlu bu, hiç kaybetmek ister mi? Hayır tabii. İşte pratik zekamız buracıkta devreye giriverir. Eee, karşımızdaki kırılmasın canım. Ne gerek var şu üç günlük! dünyada insanları kırmaya? Karşıdakinin eksiğini niye yüzüne söyleyeyim de okların ucunu kendime yönelttireyim ki, değil mi ama? Pratik zekamız bulur buna da bir deva. Ve deyiverir birden – “Söz meclisten dışarı” Aman üstüne alınma kardeşim. Sözün meclisten dışarı çıktığı yerde, kocaman bir iğne ne iğnesi çuvaldız girer içeri… İşte buna da çivileme şey pardon iğneleme denir; bizim buralarda.

O halde biz de iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına mı batıralım? Hayır. Gelin biz iğneyi de çuvaldızı da kendimize batıralım. Eminim, kendi nefsine söz geçiremeyen insan diğer insanlara örnek olamaz dediğinizi duyar gibiyim. “Emrolonduğu gibi dosdoğru olmayı gerçekleştirmek gayemiz olmalı.” O yüzden sade olmalı sade yaşamalı. Gösterişten, şatafattan kaçınılmalı. Gerçek iyiyi bulma, hakikati arama yolunda ilerleyebilme erdemine ulaşmalı. O yüzden ayıp olan şeyler ayıp kalmalı elbette, gerekli olduğunda o ayıplar dahi muhatabının tam da yüzüne söylenebilmeli işte o yüzden o meclislere, sözün, fikrin, düşüncenin özgürce söylenebildiği meclislere ihtiyacımız var.

Son söz olarak diyoruz ki; Doğru olalım, Mottolarımız ne olursa olsun meclislerde onunla ilgili fikirlerimizi korkarak, topu taca atarak değil de, odun ateşinde pişirerek savunalım. Söylemesi ayıp; lafı kibarca surata vurmaktansa; sana katılmıyorum ben böyle düşünüyorum, buna inanıyorum diyebilelim. “Kendin pişir kendin ye” klişesini “Birlikte pişirip, birlikte yiyelim” aşamasına getirirsek ilişkilerimizde, kişiliklerimizde, toplumumuzda, mottolarımızda yara almaz, yara sarar…