(Herhangi bir yer, herhangi bir zaman...)


A: (Başını, kaybetmediği bir şeyi ararcasına gök yüzüne kaldırdı.) Vakit gelmek üzere.


H: (Hiç şaşırmamış gibi) Yani?


A: Biliyorsun yanisini.


H: Bildiğimi hiç sanmıyorum.


A: Yanisi, gitmem gerekiyor. (Aniden başını tekrar kaldırdı ve göğe baktı.) Hatta koşmam gerekiyor. Hoşça kal!


H: Dur! (Önüne geçti.)


(Bu, A'nın gitmesine elbette engel olmadı.)


*******


(Başka bir günün gurubunda bir yamaçta yürüyen adımlar... Havada yağmur kokusu, ne zaman yağdığını kimse hatırlamıyor. Toprak, kendiliğinden kokuşmuş gibi, adımlarının altında eziliyor yamaçtan tepeye doğru; gün batıyor yavaş yavaş ufukta bilinmeyen bir yere.)


H: Beni nereye götürüyorsun böyle?


A: Nereye gittiğimizi biliyorsun.


H: Benim neden her şeyi bildiğimi söylüyorsun?


A: Çünkü biliyorsun. (Durur, H'ye bakar.) İnsan, çoğu zaman sorduğu sorunun cevabını bilir.


H: Peki o zaman niye soru sorar?


A: Onaylanma arzusu.


H: Benim cevabı bildiğimi nereden çıkardın?


A: Başka bir gün, bana aynı soruyu tekrar sormuştun.


H: Hayır, sen aniden gitmek istedin, ben de karşına geçip sana, "Dur!" diye bağırdım.


A: Evet, bu çok doğru!


H: Durmadın.


A: Durmadım. Durmayacağımı biliyordun.


H: Biliyordum.


A: Beni durdurmak da istememiştin.


H: Asla!


A: Sadece nereye gittiğimi merak ettiğin için "Dur!" diye bağırdın.


H: Evet.


A: Şu an nereye gittiğimizi biliyor musun?


H: (Gülümseyerek) Elbette.


A: Takip ettin beni.


H: Takip ettim.


A: Şüphesiz ki takip edecektin. İnsan merakı, her şeyi değiştirme kudretine sahip. Sen, yer değiştirdin.


H: Uzun zaman olmuştu.


A: Uzun zaman olmuştu.


H: Madem seni takip ettiğimi biliyordun, neden beni yanına davet etmedin?


A: Çünkü ben bir şey yapmaya gittim, sen bir şey bulmaya. Senin yolculuğun, cevabı bulduğunda bitmişti. Benim yolculuğum baktığımda başladı. Oradan sonra atacağın tek bir adım, seni yakardı.


H: Neden yaksın?


A: Çünkü merakın bittiği yerde gaflet başlar. Sen, o kadar aptal değilsin.


H: Umarım değilimdir.


A: Değilsin. Benim nereye gittiğimi gördün ve cevabı buldun. Peki sorduğun tek soru o muydu bana?


H: Değildi.


A: Önce nereye gittiğimi merak ettin, sonra ne yaptığımı. Bu soruların arasında milisaniye bile yok. İnsanlık, bu soruların arasına yüz binlerce yıl sığdırdı. Onca şeyden sonra, hâlâ "Nasıl?" sorusunu bile soramadı.


H: Soramadı. Ben de soramadım.


A: Neden soramadın?


H: Soramadım, çünkü sorsaydım yanardım.


A: Neden yanardın?


H: Çünkü "ne"liğini bilmediğin şeye nasılını sormak, insanı koca bir hiçe dönüştürür.


A: Neden?


H: "Ne"liğini bilmediğin şeyin "nasıl"ının cevabı mutlak yokluktur da ondan.


A: Sen ise bu yokluğa düşecek kadar aptal değilsin.


H: Elbette değilim!


(Tepeye ulaştılar, gözlerinin önünde kararan engin ufuklar. Güneş, şimdilik terk-i diyar ediyor. Hafif bir rüzgar esiyor.)


H: (Saçlarını düzeltti ve A'ya baktı.) Elbette değilim!


A: Peki şu an neden buradasın?


H: Cevabını biliyorsun.


A: Biliyorum. Biraz bekleyebilir misin?


H: İnsanlık kadar bekleyemem.


A: O kadar süreceğini sanmıyorum.


(Gökyüzüne zifir dökmüşler gibi karanlık çökende, Ay sahnede baleye çıkanda, bulutlar perde misali, Diana'nın utanan yerlerini yumanda)


A: Ay çok güzel değil mi?


H: (Aya bakar.) Güzelmiş, dünyayı unutmaya çalışmaktan aya bakacak hâl mi kaldı!


A: Çok da üzülme, baksana!


H: Ne oldu?


A: Ne oldusu var mı? (Hayal kırıklığı içinde bir ses tonuyla aya dikerek gözlerini.) Bulutların arkasına saklanıp duruyor.


H: Evet, ne kadar güzel değil mi gerçekten!


A: Hayır. Ay bana görünmeli, bana vurmalı ışığı, şavkı. Aydınlığıyla yıkanmalıyım. (Ürkek) Yoksa takip etmek çok zor. Her an, bir bulutun arkasında kayboluverecekmiş gibi geliyor.


H: Ama orada olduğunu biliyorsun.


A: Biliyorum.


H: Eminsin.


A: Eminim.


H: Bırak arada bir kaybolsun, sen de meraklan. 


A: ...


H: ... 


H: Sen, ayı görmek istemiyorsun, aya hükmetmek istiyorsun.


A: (Söylenenleri duymazdan gelerek) Bakınca orada görüyorsam oradadır diye düşündüm, belki de yoktur.


H: (Şaşkınlıkla) Belki de yoktur mu?! Sen bunu zannediyorsun, ben ise kesinlikle var olduğunu, biliyorum.


A: Ama hiç gidip görmedin. Sadece bir görüntüden ibaret olup olmadığını nereden bilebilirsin?


H: Her şeyi bilmek için gidip görmek zorunda değilsin. Bazen öyle olmasını istediğin şeyler gerçek olur ya da bazen bir şey öğrenirsin, gerek görmezsin ardını düşünmeyi, öyle bilirsin. Öyle bilirsen, öyledir. 


A: (Neredeyse kendi kendine söylenerek) Bana öğretilen her şey yalan.


H: (Susar, düşünür.)


A: (Düşünür, susar.)


H: (Döner, aya bakar.)


A: (Önce H'ye, sonra aya bakar. Ay yeniden girmektedir bulutların haznesine. A iç çeker.) Oof, of!


H: (A'ya aksice bakar.) Ne yani? Ayı buluttan kıskanıyorsan, işin zor!


A: Endişe etmek çok yorucu, merak çok güzel, ay kaybolunca endişe ediyorum ben.


H: Endişe, neden? Ayın başına bir şey gelmesinden mi korkuyorsun? Hayır, bir şey olsa bile ayın rızası vardır, başına bir şey gelmemiştir. (...) Sen, kendinden korkuyorsun bence.


A: Evet. Çünkü ay bir daha görünmezse, muhtemelen ölmüşümdür. Ay yok olacak değil ya! Ben "yok" olmuşumdur. Ben kendi varlığımı ispatlıyorum ona bakarak.


(Derin bir nefes alır.)


Elbette ben kendimden korkuyorum. Ne zaman kendimden korkmaktan utansam, o zaman derhal başka bir şey için endişelenmeye, korkmaya başlıyorum.


H: Sonuç yine sana bağlanıyor.


A: Her şey benim beynimde başladı, benim beynimde bitiyor. (Aniden H'ye döner.) Mesela, mesela seni ben yarattım, beni sen yarattın.


H: Bu kısmen doğru.


A: Elbette kısmen. Yoksa imkansız bir durum olur.


H: Aslında çok da imkansız değil.


A: Nasıl yani?


H: Belki 20 yıl sonra herkes kendisi için bir canlı yaratabilecek.


A: Evet, ama yarattığı canlı onu tekrar yaratamaz. Sen beni yaratıyorsan ben seni yaratamam.


H: Ama gelecekte neler olur bilemeyiz.


A: İleride belki dediklerin gerçek olacak. Ne kadar ileride? Gelecekte ben olmayacaksam, gelecek diye bir şey yoktur.


H: Olmayacağın da kesin değil.


A: Kelimenin tam anlamıyla yok.


H: İhtimal var sadece, ama kesinlikten bahsedemezsin.


A: İstediğim her şeyden bahsederim. Gelecek diye bir şey yok, geçmiş diye bir şey yok, şu an var, şu an. Ben yaşamıyorum, düşüyorum. 


H: (Sarılarak bedenine.) Ben üşüyorum. Bunu da mı ben yarattım kendi zihnimde?


A: Hayır, bunu o yarattı. 


H: Onu kim yarattı? 


A: Onu ben yarattım, sen yarattın.


H: Seninle benim o'yum farklı o zaman. 


A: Değil.


H: Nasıl değil?


A: Çünkü ben de yokum, sen de yoksun. 


H: ...


A: ...


H: O da yok. 


A: O da yok. 


O: Bitsin.