—Zweig'i nereden tanıyorsun?
—Özgün konuları ve derin karakterleri olan öykülerinden.
Kitap gemisinde çok bunalan bir adamın ıssız bir yer bulması ile başlıyor. Geminin tenha bir yerinde gizemli bir adam ile karşılaşan karakterimiz bu gizemli adamın ilginç hikayesini ondan dinlemeye başlıyor. Bu gizemli adam Hindistan'da görev yapmış olan bir doktordur. Orada görevini yaptığı zaman zarfında hiç unutamayacağı bir olay ile karşılaşmıştır. Gizemli doktor çaresiz ve umutsuz bir tavır ile onu yıkıma götüren hikayeyi başrole anlatır. Başrol diyorum fakat eserde ona oldukça az rol verilmiş. Neyse, ondan yardım istemek için odasına gelen seçkin Avrupalı bir hanımefendinin teklifini kadının küstahça davrandığını düşünerek geri çevirir. İşte doktorun ruhsal ve psikolojik olarak dönüşümü burada başlamaktadır. Yardım etmediği için pişman olan doktor günlerce kendi iç muhasebesi içinde kalır.
"Söz konusu başkalarının derdi olunca nasıl da hep daha zeki ve nesnel oluruz."
Doktor doğru olanı yapmanın bir sorumluluk olarak insanlara öğretildiği ve ahlakın vicdan yerine geçtiği modern zamanlarda psikolojik ve duygusal olarak farklı bir yöne savruluyor.
Tam bu süreçte, Malezya civarında "amok" olarak adlandırılan bir hastalığa tutuluyor. Bu hastalık bir tür cinnet halidir ve kişi fütursuzca önüne gelen herkesi öldürebilir; tükenene kadar veya biri onu durdurana kadar hasta, koşmaya devam eder.
İşte doktor da bir "amok koşucusudur" ve onu bu hale getiren şeyin peşindendir. Günlerce kadına ulaşmaya çalışır. Doktorun yardım etmeyeceğinin anlayan kadın merdiven altı bir yerde operasyona girmiş ve ölüm ile burun buruna gelmiştir. Doktor ise kadının son dileğini gerçekleştirebilmek için mesleğini bile bırakmak zorunda kalmıştır. Vicdani olanın ne olduğunu ve doğrularımızın ölçütleri üzerinde yeniden düşünmememizi sağlayacak bir kitap. Kitapta ilgimi çeken bir diğer konu ise Avrupalıların yerlilere karşı bakış açısını da yansıtmış olması... Örneğin, birçok yerde doktor yerlileri aşağılık medeniyetten uzak cahiller olarak gördüğü izlenimini veriyor. Bu tutum Zweig'in de yaşadığı dönemin sosyolojisinden izler taşımaktadır.
Öte yandan anlatım tarzı olarak sade yalın diyaloglara ve çokça benzetmelere başvurmuştur. Derin izlenimler özgün bir şekilde sunulmuş ve bazen dışarıdan içeriye bazen içerden dışarıya karakterlerin derin algılarına yer vermiştir. Keskin ve derin anlatımı bir öykü değil de roman bitirdiğim hissini verdi.