18 Kasım 1906’da Adapazarı Semerciler mahallesinde dünyaya gelen ve asıl adı Mehmet Sait olan yazarımız Sait Faik Abasıyanık’ın 1936 yılında yayınlanan hikaye kitabının ikinci hikayesi Stelyanos Hrisopulos Gemisi’dir. 


Anlatıcı: 3. Tekil Şahıs Anlatıcı 

Bakış Açısı: İlahi 

Zaman: Hikaye, Ada’nın hiçbir ev olmayan bir kıyısının tasviriyle başlar ki burada mevsimin kış olduğu anlaşılmaktadır. Bir akşamüstü Stelyanos Hrisopulos balığa gider ve gece döner. Ardından gece sabaha döner. Küçük Trifon’un büyük bir gemi yaptığından haberdar olduktan sonra birden zamanda atlama olur ve yazar bir gün geminin hazır olduğunu hatırlatır. Çünkü onlar için zaman sabit bir şekilde akar. Gündüzleri Stelyanos balıkçılık ve tekneyle ilgili malzemelerin tamiri ve bakımıyla uğraşır, geceleri balığa çıkar. Ertesi gün onları satar. Trifon gemiler, tekneler yapar ve onlarla oynar, sonra bozar ve yenisini yapar. Hayatları bu kadardır. İkisinin de gayet sıradan hayatları ve hep bilindik uğraşları vardır. 

Mekan: Hikayede mekan Burgazada’dır. Hikaye, Ada’nın hiçbir ev olmayan bir kıyısının tasviriyle başlar. Kış gelmektedir Ada’ya ve Ada buna istinaden bazı değişimler yaşar. Amaç, Trifon ve dedesinin yalnızlıklarını ve hayatlarındaki bahtsızlıklarını manen pekiştirmektir. 

Olay Örgüsü: 

Hikaye önce Ada’nın kışın gelmesiyle yaşadığı dönüşümün tasviriyle başlar. Özellikle de hiçbir ev olmayan kıyısının tasviriyle. Sonra “Kalpazanlar Kayası’nın üstünden lodos aştığı zaman, Ada’nın poyraz tarafındaki evlerinde sessiz bir hayat başlardı. Göçler gitmiş olurdu.”(Sayfa 7) diye devam eder. Bu tasvirde yalnızlık hissi pekiştirilir, karamsar bir ruh haline bürünürüz. Hrisopulos ailesi de birçok üyesini kaybetmiş ve kala kala bir dedeyle bir torun olmak üzere iki nüfusa düşmüştür. Fakir ve yalnız bir hayatları vardır. Üstüne o sene balık da epey az çıkmıştır ki bu da Hrisopulos ailesinin yıllardır süregelen bahtsızlıklarını perçinler. 

Bu hikayede, Burgazada’da balıkçılıkla geçimini sağlayan yaşlı Stelyanos Hrisopulos ile onun torunu ve aslında hayatta olduğunu bildiği tek aile bireyi olan Trifon’u başrolde buluruz. Onların göze batmayan hayatlarına bir mercek tutar yazarımız. Stelyanos’un hayattan oldukça küçük beklentileri vardır. 

“Bir bol balık olsaydı yarın da biraz gazyağı, bir parça şeker, Trifon’a bir pantolon, bir yün yelek, kendisine bir kasket alabilseydi. Evin içini biraz düzeltse, şehirden Trifon’a bir iki küçük hediyecik getirseydi. Bir denizci hikayesi kitabı satın alsaydı. Bir kocaman gemi resmi bulup Trifon’un yattığı küçücük odaya çivileseydi.”(Sayfa 8) 

Küçücük bir odada yatan, bir gariban balıkçı dedesiyle yaşayan Trifon’un küçük kafası hayallerle doluydu. O, devamlı denizleri, başka başka diyarları hayal ederdi. Sürekli, sandallar, kayıklar ve gemiler yapar, onları bozar ve tekrar yapardı. Bir gün tüm yapmış olduklarına nazaran çok daha büyük bir gemi yapmış, adına da Stelyanos Hrisopulos adını vermişti. Onu denizle tanıştıran, ona denizle ilgili türlü türlü hikayeler anlatan dedesi Stelyanos Hrisopulos’tu. Belki de denilebilir ki, tüm oyunlarının, hayallerinin mimarıydı o. 

Bu büyük gemisiyle her gün oynamaya başlar. Gemiye hayallerini yükler, onu yeni yeni dünyalara yüzdürür ve günlerini gemisiyle oynayarak geçirirdi. Fakat onun gemisini kıskanan Ada’nın diğer çocukları; ‘hatta Japon mağazalarından alınmış, oyuncakçı dükkanlarından alınmış motorlu sandallara, yeşil ve beyaz boyalı yelkenlilere sahip olanlar bile’(Sayfa 16) bir gün topluca hücuma geçmişler ve Trifon’un hayallerle, umutlarla, sevgiyle ve seyahatle dolu gemisini batırmışlardı. 


Trifon ve Stelyanos Hrisopulos Gemisi 

Trifon için; ‘ne yaşayan insanlar, ne çiçekler, ne akarsular ve mavi gözlü arkadaşlar bir mana ifade ederdi.’(Sayfa 14) Onun derdi gücü yüzdürecek gemiler, kayıklar, sandallar yapmak hayaller kurmaktı. O, devamlı denizleri, başka başka diyarları, kayıkları, gemileri ve seyahatlari düşlerdi. Vatansız ve serazat yaşamak... Liman liman, deniz deniz gezmek... İşte onun hayalleri bunlarla doluydu. 

Bir gün, çok büyük bir gemi yapmıştı. Stelyanos Hrisopulos adını vermişti gemisine. Onunla deniz arasındaki bağlantıyı sağlayan aynı adı taşıyan dedesiydi. Onu denizle tanıştıran, ona türlü türlü hikayeler anlatan kişiydi dedesi. Belki de denilebilir ki, tüm oyunlarının, hayallerinin mimarıydı o. 

Trifon, kocaman gemisine hayallerini yükler, her gün onu hayaller yüklü vaziyette denize salar, günlerini böylece geçirirdi. Bu oyunlar sırasında adeta; acılarla, kayıplarla, fakirlikle ve kötülükle dolu olan hakikatler dünyasından sıyrılır; umutla, mutlulukla, seyahatle dolu yeni bir dünyaya gözlerini açardı. Ancak hakikatler dünyasındaki kötülük Ada’nın diğer çocuklarının eliyle onun ve gemisinin peşini bırakmadı. Ada’nın çocukları her gün onu rahatsız ederdi. Bir gün yine gemisiyle oynamaya geldiğinde her şey garip bir şekilde yolundaydı. Ta ki, Ada’nın çocukları saldırıya geçene kadar. Toplu hücuma kalkmışlar ve Trifon’un gemisini suya batırmayı başarmışlardı. Elbette zavallı Trifon’un hayalleri, umutları, sevgi dolu ve seyahat dolu dünyasını da suya batırmışlardı. 

Geminin batması elbette oldukça travmatik bir durum olarak görünmektedir. Hayatı bahtsızlıklarla doludur Trifon’un. Bu, yine peşini bırakmamıştır. Onun dünyasında acı vardır, fakirlik vardır, yalnızlık vardır. Sevgisiz, duygusuz insanlarla dolu bir dünya görmektedir Trifon. Bu dünyadan sıyrılmayı hayal ediyordu. Büyük bir kaptan olmayı hayal ediyordu. Liman liman gezecekti. Böylece, çok merak ettiği başka başka diyarları görecekti. Sevmediği sadece sevdiklerini bağrında sakladığı için hürmet ettiği topraktan uzaklaşacaktı. Hanelerindeki bolluk, denizin onlara bolca balık vermesine bağlıydı. Bolluk dediğimiz de bir iki parça kıyafet alabilmek, biraz daha gazyağı ve şeker, bir iki kitap kalem, defter gibi şeylerden ibaretti. Tüm hayallerini, umutlarını yüklediği geminin batırılması Trifon için ne kadar ağır bir durumdur, varın siz düşünün. 

Hayatta her zaman hayallerimizi, umutlarımızı taşlayacak ve belki büyük bir gayret sonucu ‘gemimizi’ batıracak insanlar hep var olacaktır. Geminin batırılmasından sonra asıl mesele şu: 

Hakikatin pençesine teslim olup hayatımızı pes etmiş olarak mı devam ettireceğiz? Yoksa, Stelyanos Hrisopulos Gemisi’ni hatta daha iyisini inşa mı edeceğiz? 

Trifon ve Stelyanos Hrisopulos gibilerin hayatlarında tek çare umuda sarılmaktır. İşte Trifon’un gemisi bu umudun simgesidir. Fakat, Ada’nın çocuklarının eliyle simgelenen insanoğlunun hasedi, kötülüğü o gemiyi batırır. Sait Faik ise mesajını daha baştan vermiştir: 

“Kış, ne kadar çok, ne kadar uzun olursa olsun, balık ne kadar az çıkarsa çıksın; yine yaz, bildiği gibi mahrumiyetlerin içinden kafasını kaldıracak ve onu bekleyenlere gelecektir.”(Sayfa 10)  

O halde mesele, umudu hiçbir zaman yitirmemek, yazın gelmesini beklemektir.