Attila İlhan'ın "Seni kim çizebilir şubat yolcusu bütün çizgileri bozuyorsun" dediği kişi değilim biliyorum. Biliyorum şubat yolcusu değilim. Ama şu manasızlıklarla dolu dünyada yaşamın ağırlığını fazlasıyla ruhunda ve omuzlarında hisseden ben üzerime alınmak istiyorum bu güzel şiiri ve biraz mana biraz duygu katmak istiyorum hayatıma. Kimseler bana bir şiir ithaf etmedi. Kimseler bana şiir okumadı, bırakın şiir okumayı güzel tek bir söz söylemedi...


Güzel olan her şeyi kendilerine topladılar. Süslü yaşantılar, süslü sözler. Bana sadece puslu bir yaşamda suslar kaldı. Evet payıma sadece suskunluk düştü.


Bana suskunluğu reva gördüler. Fikirlerim hiç önemsenmedi, belirtmek istediğim an "şşş kızlar öyle konuşmaz, şşş kızlar öyle söylemez" dendi. Susmayı denedim. Kahkahalarım eleştirildi. "Şşş kızlar öyle gülmez orospu musun?" dendi. Kahkahalarımın sesini kısmaya çalıştım. Ama yapamadım. Her şeyden gülerek kaçmaya çalışan, acısını, yorgunluğunu, öfkesini, hatta nefretini bile gülmelerin arkasına saklamaya çalışan ben kahkahalarımın sesini kısamadım.


Hiç unutmam bir gün rahmetli dedemin diyeyim, belki gerçekten rahmet eder Allah. Cenazesinde ağlayan birkaç kişi, ağlamaya çalışan onlarca kişi. Yapay mutsuzluklarıyla oturuyorlardı büyük salonda. Kız kısmından olan ben ve evin tüm işlerini yapma sorumluluğu evlendiği gün üzerine yüklenen yengemle mutfakta acılı taziye misafirlerimizin acısını dindirebilmek adına çay demliyor, helva kavurmaya çalışıyorduk. Sonra kadınlardan biri çalêve abdest almaya geldi yanımıza. O an da istemeden olduğunu düşündüğüm şekilde ama bizim duyacağımız şiddette osurdu. On beş yaşında olan ben, içerden gelen kuran, ağlama, hıçkırık seslerinin arasına birden eklenen bu osuruk sesine bastım kahkahayı...


Zavallı kadın rezil oldum diye üzülmüştür belki. İnsanlık hali canım takma, demedim. Çok geçmedi. Yanıma bir çocuk geldi. Annen seni çağırıyor dedi. Büyük salona gittim. Tüm gözler üzerimdeydi. O an, nobel ödülü almak için sahneye çıkan bir bilim kadını olduğumu ve birden alkışların kopacağını hayal ettim. Ama hayallerim annemin bacağımı cimciklemesi ile toz oldu. "Bak halalarının bakışlarına" dedi. "Sen beni rezil mi etmek istiyorsun, babanın kulağına giderse ne deriz" dedi. Halalarım ağlamak için şekilden şekile giriyorlardı. Ağlayamıyorlardı yine de. Nasıl ağlasınlar ki? Okula bile göndermemiş, binlerce lira başlık paralarını alıp yemiş, çeyizlerine bir çarşaf koymamış babalarına nasıl ağlayacaklardı? Peki annemi senelerce köle gibi gören, ezen aşağılayan, babasının fakirliği ile alay eden, babamı karısına karşı kışkırtan ve bizim de kabus gibi günler yaşamamıza vesile olan dedeme ben nasıl ağlayacaktım? Niye ağlayacaktım? Peki tüm bunlar aşikarken kahkahamı neden susturacaktım? Güldüm diye neden ceza alacaktım? O pis bakışlarını görmek zorunda mıydım? Ne hakla o iğrenç gözlerini bana bakarak devirebiliyordu bu insanlar?

Bu insanlar hatta bu kadınlar neden böyleydi? Adım gibi eminim, orada bir erkek çocuğu gülseydi, gülen abim olsaydı seslerini çıkarmayı geçtim, duymazlardı bile.


Söz konusu ben olunca, kız olunca böyle oluyordu. Anneme "oyun kadar kızın var ahlaklı olmayı öğretememişsin" bakışı atıyorlardı. Bunlar benim hemcinsimdi. Yüz yıllar boyu aynı yaşama mahkum edilen hemcinslerimdi. Hayalleri elinden alınan, yasaklarla sindirilen, on altı yaşına gelince evlendirilen hemcinslerimdi. Bunlar zaten hayatın sillesini yemişlerdi.


Neden benim de öyle olmamı istiyorlardı? Ne olmuştu yani bir güldüysem elimde olmayan sebeplerden ötürü? Bu bakışlar katillere atılmalıydı. Onların hayallerini yıkan, çocukluklarını, gençliklerini ellerinden alan, onları bu yaşama mahkum eden eli kansız ama vicdansız katillere atılmalıydı.


Olmadı öyle. Suslar, ayıplar, terbiyesizsinler kaldı bana... Susamadım. Etrafıma bakındım. Ve erkek kardeşimle aramdaki uçurumu, eşitsizliği gördüm. O özgürdü. O sevgililerden bahsedebiliyordu, istediği zaman evden çıkabiliyordu, okuldan kaçtığını duyduğu zaman ailem onu cezalandırmıyordu. Ama beni her gün tembihliyorlardı. Tek yanlışında, bak tek yanlışında alırız okuldan, kuran kursuna gidersin diye. Hayatım tehditlerle, engellemelerle, ayrımcılıklarla akıp gidiyordu. Yanlış bir şeyler vardı. Gördüğüm diğer kızlar böyle yaşamıyordu. Onlar bisiklete de biniyordu, bir şeycik olmuyordu ama babam ısrarla bana bisikleti yasaklıyordu, annem git abinin elbiselerini ütüle diyordu. Tuhaf şeylerdi bunlar. Kabul edilmemesi, reddedilmesi gereken şeylerdi.


Erkekliğin kutsallaştırılması beni çileden çıkarıyordu. Onlara uçsuz bucaksız özgürlük sunan yaşamımda bana kör kuyular kadar karanlık bir hayat sunuluyordu.


Babam istediği saatte eve girerken annem pazara gitmek için bile izin istiyordu. Abim düşük not alınca tek kelime etmeyen babam, bana hele bir düşük not al çıkarsın okuldan diye bol keseden tehdit savuruyordu.


Evet her şeyin en güzeli erkeklere, en zoru kadınlara veriliyordu. Hatta bitmiş, tükenmiş olanı da.


Misafir gelince önce erkekler yiyordu. Masayı erkeklere kuruyorduk biz, onlar karnını doyurduktan sonra yerde yiyorduk. Şaka gibiydi ama değildi.

Bunları gördükçe öfke kapladı bedenimi. Aileme göre ipe sapa sığmıyordum, haytanın tekiydim. Yoldan çıkmıştım. Başımdan büyük laflar konuşuyordum. Görevlerim vardı: önce babama sonra erkek kardeşlerime hizmet etmeliydim. Yemeklerini, çaylarını vermeli, evi temizlemeli, ütülerini yapmalı, televizyon kumandalarını vermeli, çaylarını tazelemeli, sürekli sıcak tutmalıydım aynı zamanda. Tüm bunlardan vakit bulursam kendi yaşamımla ilgilenebilirdim de. Vakit bulamayacağımı anladığım gün isyan ettim. Erkekliklerine de işlere de güçlere de... Hepsine sorumluluklarını tek tek anlattım. Kavgalar ettim, kimi zamanlar laf anlatmaktan yoruldum. Yıldım. Sövdüm ilkel insanlar arasında kaldığım coğrafyaya...


Sövdükçe insanlar beni bozgunlukla suçladı. Kimse çuvaldızı kendine batırmadı. Acaba bu kız neden böyle diye kimseler sormadı. Neden yolumuzdan yürümeyi reddediyor, neden çizgiyi aşıyor demediler. Ahh keşke deselerdi ve biraz düşünselerdi... Çizgiyi bozan değil yanlıştan dönen olduğumu göreceklerdi... Ve inançla merak etme tüm bu ayrımcılıklar, eşitsizlikler geçecek, diyebileceklerdi...