Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sını bilmeyen yoktur. Romanla ilgili genel olarak Raskolnikov'un suç olgusunu kendi açısından "güçlü olanın suç işleme hakkı olduğunu savunması ve bu fikrini gerçekleştirmesi" üzerine değerlendirilir. Fakat ben Suç ve Ceza'da tıpkı Mark Twain 'in İnsan Nedir? kitabındaki gibi insanın iradesi üzerine çok yoğun bir felsefi tartışmanın yapıldığını düşünüyorum. Dostoyevski o zamanlar tüm dünyada tartışılan meseleyi işlemiştir: İnsan iradesi nasıl çalışır? Mark Twain İnsan nedir kitabında insanın bir makine olduğunu ve bir iradesinin de mümkün olmadığını ileri sürse de Dostoyevski'nin insanı bambaşkadır.
Raskolnikov aklı roman boyunca bulanıktır, onu devamlı bir şekilde delirmiş, delirecek olarak görürüz hatta Razumihin onun delirmiş olabileceğini bir çok yerde ima eder. Öte taraftan Raskolnikov suça giderken ve onun akabinde neredeyse romanın sonuna kadar sanki kendisi bizzat kendi kendisini hareket ettirmiyor da kader tarafından itiliyor gibidir. Sürekli kendisiyle konuşuyordur ( Hatta romanın bir yerinde Svidrigailov, onun yirmi adımdan sonra kendi kendisiyle konuştuğunu gözlemlediğini söyleyecektir), kronik şüphecidir ve müthiş derecede evhamlıdır. Kısacası dünyada olan biten olayları sürekli kendisiyle ilgili zanneder. Örneğin Yaşlı kadını öldürme fikri kafasından geçerken, oturduğu bir yerde yaşlı kadını öldürüp öldüremeyeceğini tartışan iki kişi dinlerken kendisine şunu sorar: Ama neden tam da şimdi kulak misafiri olmuştu böyle bir konuşmaya ve tam da aklında böyle fikirler doğmaya başlarken...
Yazar burada ne yapmaya çalışıyor? Devamında "sanki gerçekten de önceden belirlenmiş bir şey vardı, bir uyarı vardı... " diyerek Raskolnikov'un bu işi istese de istemese de yapacağını, kaderin elinde olduğunu ima eder. Raskolnikov odasına gider ve hep dalgındır, hastadır çorbayı seyreder.
Dostoyevski katı bir kaderci değildi, o insanın iradesini, planladığını olduğu gibi yapan bir makine olarak görmüyordu Mark Twain gibi. Nitekim baltayı almayı düşündüğü yerde bulamayan Raskolnikov odunlukta baltayı görünce şunu der: Sağduyu yoksa, şeytan var! Çok tuhaf bir şekilde cinayete giderken bilinci ile bilinçdışı tam bir çatışma halindedir. Cinayete giden Raskolnikov Yusupov parkına yüksek çeşmeler yapılması gerektiğini düşünüyor sanki bir şehir planlayıcısı gibi. Yazar bunu neden yapıyor? Çünkü onun insanı istediğini yapan veya yaptığını isteyen değil, daima tereddütte olandı. Raskolnikov Cinayet mekanına geldiğinde kapıyı üç defa çalar ve saklanıyor gibi yapar bir taraftan da seslice bir şeyler mırıldanır, daha sonra bunları hatırladığında bunların nereden aklına geldiğini kendisinin de bilmediğini görürüz. Ve o anları anlayamadığını bizzat Dostoyevski açıkça söyler.
Cinayetten sonra Raskolnikov kesenin içine bile bakmaz. Peki ama neden? Çok ahlaklı olduğu için mi yoksa ne istediğini kendisinin de bilmediği için mi? Sonya'ya itirafında aslında sadece denemek için gittiği söylemesi ne anlama gelir? Sonra Razumihine giden Raskolnikov neden oraya geldiğini bilmez. Sonyaya neden itiraf ettiğini de bilmez. Svidrigailov'u nasıl bulduğunu da bilmez. Raskolnikov yaptığı hiçbir şeyi neden yaptığını bilmez. Peki neden bilmez? Çünkü Dostoyevski insanın eylemde bulunurken bir makine gibi hareket etmediğini eğer aynı olayı tekrar yaşasa belki çok başka bir eylemde bulunacağını iddia eder. Yani insan yalnızca doğa yasalarının belirlediğini yapan bir makine değildir ve işte bu yüzden o an yaptığı şeyi de ne yaptığını da bilemediği için aslında suçsuzdur. Ya da insan eylemlerinden suçluluk duyarsa suçunun cezasını çekerse yani doğuştan günahının farkında olursa ve vicdanını temizlerse yücelebilir. Sonradan Raskolnikov Sibiryada neden Sonya'ya sarılmış ve pişman olmuştur? Bilinmez, bir şeyleri anlamıştır fakat neyi bilinmez... Kaldı ki Sonya olmasa acaba Raskolnikovun sonu ne olurdu? Muhtemelen Svidrigailov gibi olurdu.
Raskolnikov'un tüm olan biteni esasen hesaplamadığını her şeyin tesadüfen olduğunu bizzat romanda hesaplayarak değil tesadüf eseri kurtulduğunu Razumihin ile Zosimov tartışırken söyletir Dostoyevski. Çok tuhaf bir şekilde Raskolnikov ile Sonya'nın yakınlaşması Raskolnikov'un itirafı ile başlar. Neden peki? Bence insan ilişkilerinde Dostoyevski içtenliğin ve samimiyetin bağ kurmada en önemli şey olduğunu biliyordu. Ayrıca insanın tanrıyla olan bağında da içtenlik samimiyet ve günahları itiraf en mühim meseleydi.
Peki Raskolnikov suçu nasıl işlemişti? Cesaret ederek. İktidar ona uzanıp onu almaya cesaret edene verilir diyordu. İnandığı buydu fakat cesaret etse de iktidarı elde edemedi. İşte Raskolnikov'u sürekli bir şekilde meşgul eden buydu. Ya kendisi cesur değildi? Oysa cesaret edip uzanmıştı? Ya da Bir Napolyon değildi. Belki de tüm bunların anlamının olmadığını Lizavettayı da öldürerek görmüştü. Sonya ona "ıstırabı kabul et ve kendini onunla arındır" dediğinde ve sokağın ortasına çöküp toprağı öptüğünde insanların onunla alay ettiğini görünce belki de güç istencini anlamsız buldu. Fakat Sonya olmasa! O karakoldan geri dönmüştü, peki neden dönmüştü? Neredeyse onun gibi günahkar biri olan Svidrigailov'un intiharını öğrenmişti. Svidrigailov neden intihar etmişti? Yalnız ve asla sevilemeyeğini anladığı için. Üstelik ölümden bu denli korkmasına rağmen... Fakat Raskolnikov'un şansı Sonyaydı. Çünkü Sonya da günahkar bir o kadar da dindar ve inançlıydı. Dostoyevski'nin karakterleri zıtlıklardan oluşur. Sonya bir hayat kadınıdır ama bir taraftan çok dindardır, Raskolnikov bir cinayet işler ama tüm parasını tanımadığı insanlara verir, Svidrigailov romanın en kötü insanıdır ama herkesin hayatının iyi olmasını belki de o sağlar..
Özetle Raskolnikov başından sonuna sürekli kararsız ve ne yaptığını bilmeyen ve anlamayan biridir itiraf ederken de teslim olurken de her an yaptığı şeyi yapmama ihtimali olan biridir. Dostoyevski tüm bunlarla ne demek ister bize? Hiçbir şey planladığınız gibi gitmez, Yaptığınız eylemler de rasyonel temellere dayalı, tekrarlanabilir bilimsel kurallardan oluşmaz. İnsan iradesi denilen şey vardır ve bilinemez bilinirse zaten irade olmaktan çıkar!