Yanı başımızda olmasına rağmen geç açıldığımız Fars nesri okunduğunda hem geçmişte o bölgeye binlerce yıl hakim olup devletler kurmamız hem de halihazırda İran devleti içinde milyonlarca Türk’ün yaşaması gibi etkenler sebebiyle çok tanıdık emsallerle karşılaşılacaktır.


İran Edebiyatı farklı bir kültür. Geçmişte özellikle Türk şiirini etkisi altına alan ve binlerce yıl eşsiz eserler üreten Fars şiiri kültürü, tıpkı bizde olduğu gibi zamanla bayağılaştığı ve tekdüze hale geldiği için odak noktası olmaktan çıkıp bir uydu haline gelerek batı kültürü roman/hikâye türüne geçiş yapmıştır. Bu geçiş ülke politikası yüzünden kolay olmamış, yazarlar konu seçimlerinde oldukça baskı altına alınmış ve bu durum, eserlerini farklı ülkelerde yazmaya itmiştir.


Eserler incelendiğinde bu baskı altında yaşamın insanlar içinde biriktirdiği buhran mutlaka göze çarpıyor: Yazarlar ne kadar yaratıcı olursa olsun, ne kadar farklı karakterler yaratırsa yaratsın kötü karakterde de iyi karakterde de mutlaka vahdet-i vücut misali yazarın tozlarına rastlıyoruz.


Öyle ki evren, Sadık Hidayet’in alt metin dolu romanında güzel bir örneğini gördüğümüz gibi ying ve yang düzeninde işlemez mi?


Kendimce Kitap Eleştirisi – Kör Baykuş


Hassas kişiliğinin zıttı olan mücadeleci ruhunu yıllardır biriktirdiği iç sıkıntılarıyla beraber nihayet 48 yaşında hayata en büyük başkaldırıyı yaparak kendini bizlerden mahrum bırakan Sadık Hidayet, arkasında yadigarlarıyla bizlere yaşadığı devrin zihin yansımalarını ders niteliğinde aktarmıştır.


Kör Baykuş bir okuyuşta anlaşılamayacak, yargılamayacak bir kitaptır. Kitapta çocukluğunda psikolojik travmalar yaşayan, yaşadığı toplumun ezberlenmiş kültürüne karşı olduğu için kendini izole etmiş (tıpkı yazarın kendisi gibi), içinde yaşayan bir adamın paradoksuna şahit olup anlamlar yüklemeye çalışıyoruz. Kahramanın kişisel ayrıntıları yazarla ilgili bazı bilinmeyenleri de gün ışığıma çıkarıyor.


İlkel bir oyun yüzünden babası mı amcası mı tam emin olamadığı adamın ve pek tanımadığı annesinin hasretini biriktiren kahraman, kendisine oyunlar oynayan karısından da yüz bulamaz. Tek uğraşı olan kalemdanlık ile her zaman çizmekten kendini alamadığı geleneksel motifteki kadının ansızın karşısına çıkıp kendisine yük olarak ayrılmasıyla monoton hayatı hareketlenecektir. Romandaki tüm kadınlar aynı gibidir. Kahraman gönlünün aynasını hepsine yansıtmış gibi hep aynı kadınla karşılaşır. Ancak kadından yana da bir türlü yüzü gülmez ama ondan ayrılamaz da. Alay edilmesine, dışlanmasına rağmen ona gitmekten, onu elde etme arzusundan geri kalamaz. Her an ümitlenir, her an yönü bellidir.Bu hep böyle değil midir zaten?


Tefekkür etmekten, içini işlemekten ibaret olan hayatı sosyopat bir karakter yaratmış, daima buhranlı düşünceleri onu kendi içinde birçok olayı çoktan yaşayan bir adam haline getirmiştir. Zihninin kaosunu yalnızca afyonu temizleyebilir. Onun konuşmak, kavga etmek, hatta ölmek için kimseye ihtiyacı yoktur. O en iyisini de en kötüsünü de içinde barındırır.


Öyle ki en sonunda en nefret ettiği kişiye dönüşmesini engelleyemez. Kader, yuvarlanan bir taş misali yolunu yine kendi tayin ederek kahramanın nasıl en büyük gayesi olarak asla erişemediği karısının geceleri gizlice yatağa aldığını düşündüğü kişiye evrildiğini seyrederiz.


O güzelliğin peşindeyken kötülüğün kendisi olmuştur.