Hep ne olacağını bilmediğim, tuhaf bir beklenti ve hayal içindeydim. Bu arada hayalin, şiirin, müziğin sürekliliğinin, hiçbir gerçekle çarpışmadan yerleşip kalmasıyla, sürekli bir ıstırabın ve hayata belki bir an öyle bakıp öyle görenlerin bakışını daimi surette taşımak gibi bir ağırlık ve ağrıyla sakatlandım. Bir şairin anlattığı ve yansıttığı dünya benim sürekli bakışımdı. Üstelik onların çoğu bu bakışı zorla satın alırken ya da bir kere şiir yazmayı öğrendikten sonra aynı zehri farklı şekil ve hallerde sadece uyguluyorlardı. Onlar, içmeyen uyuşturucu satıcıları gibiydiler. Ben ve bazı benzerlerim şiirin zehriyle ayakta duracak gücü bulamıyor, sallanıp duruyor, her an hasta, her an ölecek gibi, yüzülmüş derimizle ortada duruyorduk. Çok şaşarım şiir sevenlere, okuyup geçenlere, kitabı kapatıp yemek yiyenlere, o bakışla yaşayıp da ölmeyenlere. Şiir sevilmez ki, öyle duyulur, öyle bakılır, hastalanılır, zehirlenilir, ölünür. Şiir sonunda öldürürür.

| Şule Gürbüz, Zamanın Farkında (sayfa: 22-23)