Bir zamanlar, ölü bir kuzgun tünemişti

Kasvetli bir gecede aklımın pervazına

Gövdesi gözlerim gibi karanlık

Ve yoksundu ışıltıdan

Gagasından hüzünlü bir şarkı yükseliyordu

-Ah, benim ağıdımı yakıyordu kuzgun-

Gururu körelmiş bir adam gibi bağırıyordu:

“Toprağını kan ıslatıyor,

Kalk mezarından!”

Köstekli saatim kadar yanılıyordu kuşkusuz

Kandırılmış kuzgunun anlattığı masallardan

Daha hakikiydi yalnız ruhum


-Ben Tanrı’ya saygımı o gece kaybettim-


Birileri şevkle girişti toprağımı kazmaya

Titreyen bir meşaleyi 

Doğduğum güne doğru sallayarak

Özleriyle ağlatarak gençliğimi

Vahşiliğin gölgesinde birlikte can verdiler

Ay ışığı aldı yaşamını sahteliğin

Ve ruhuma hediye etti kalan saatlerini

Toz toprak içinde uyandım uyanılmaz uykudan


-Hummalı bir dirilişti benimkisi-

Hiç bitmeyecek demişlerdi araf vakti

Şimdi bütün sabah yıldızları emrimdedir

Ve göğün tüm soğukluğu koynuma girdi


Ömür dediğin zaten

Uzun bir soğukluk değil mi?


Aynı mezarlıkta solukluğumla bin yıllık münakaşa

Selvinin gölgesinde kurtuluşumla kol kola

Ağlaşırken yüreğimin gittiğini duyumsadım

Ahlaklı peygamberlerin falan

Yaşadığı yere

Yokluğa


Yamacımda bir deli dans ediyordu

Kafasındaki sahte taçtan ötürü

Besbelli gururluydu

“Bu gece tapma izniniz yok,

Benimkinden başka puta!”

Diline dolanan sloganı bütün yurt duydu

Gün boyu kaçtı gül yapraklarından

Geceleyin dikenlerin üstünde uyudu


Kimsesizliğin müziği

Göz göre göre yükseliyordu

Ve daha majör bir şeylere izin yoktu


Hükümdarlar şeytanlarla yataklara

Çocuklar cennete düşüyordu önümde

Anlaşılmaz bir acayiplik söz konusuydu


Ölümü de utanç içinde kıvranırken izlediğimde

Acaba, diye mırıldandım kendi kendime

İsrafil daha neyi bekliyordu