“Haldun, neden öyle ölü gibi duruyorsun? Beni gördüğüne sevinmedin mi yoksa?” “Aaa, şey, olur mu ablacığım bilseniz sizleri, annemi, babamı ne çok özledim.” Haldun, ablasını karşısında görünce bir lahza için sanki ahirete göç etmişti. Ablası gözlerinin önünde yüce bir sultan gibi oturuyordu. Nispeten kıvırcık saçlarını iki yana açmış, omuzlarının üzerine salmıştı. Üzerine ise sanki bir yastan geliyormuş izlenimini veren siyah, sade ve uzun bir elbise giymişti. Yine gözlerinin altını siyah bir kalemle uzaktan rahatlıkla görülebilecek derecede kalın boyamıştı. Haldun, ablasını bu vaziyette görünce şaşkınlıkla korku arasında arafta bir duyguya sürüklenmişti. Üzerindeki bu duygu karmaşası bir nebze azalınca kapının sağında bulunan koltuğa, gayet terbiyeli bir çocuk gibi yavaşça oturdu. Ellerini hemen göbeğinde birleştirip yalvaran gözlerle ablasını dinlemeye koyuldu. “Ben de seni çok özledim Haldun. Seni yıllar sonra böyle görmek beni çok mutlu etti.” Sesindeki otoriter ve tavizsiz ton asla değişmiyor, hep bir ayarda konuşuyordu. “Ben de sizleri çok özledim abla. Annemi, babamı, çocukluğumu özledim. Sahi onları neden getirmedin, neden yalnız geldin?” “Biliyorsun ki bugün, o gün. O yüzden gelemediler. Samet’i de alıp gelecekler.” “Hayır, hayır! Ne olursun bir şeyler yapalım abla, engelleyelim bu lanet geceyi hem Samet daha çok küçük.” “Neden lanetliyorsun bu geceyi Haldun? Samet bizim kardeşimiz bilmiyor musun? Onlar beni öldürdüğünde sen daha bir aylıktın. Bu devir elbet bir gün dönecekti ve o gün, o kutlu gün işte bugün Haldun!” “Hayır, hayır! Abla ne olursun yardım et. O lanet gecenin yüzünden hayatım bir gün olsun yolunda gitmedi. O günlerin cezasını ben şimdi tek başıma çekiyorum. Ne olursun bir şeyler yap, konuş onlarla!” “Artık çok geç hoşça kal Haldun!” “Abla dur! Nereye gidiyorsun beni böylece bırakıp?” “Samet’i de ziyaret ettikten sonra ebedi istirahatgahıma çekileceğim!” Sözünü tamamladıktan sonra ablası bir anda kaybolmuştu. Haldun, hemen peşinden avını kaçırmak istemeyen bir çita gibi atılmıştı. Kapıyı sertçe kapattıktan sonra, biraz önce korkarak çıktığı o basamakları şimdi düşünmeden hızlıca iniyordu. Aşağı indiğinde henüz birkaç dakika geçmişti ki ablasına dair tek bir emare bile yoktu. Asansöre baktı, hâlâ yedinci katta duruyordu. Ama nasıl olurdu, şimdi buradaydı ve gözünün önünden çıkıp gitmişti. Aynı çeviklikle dış kapıdan kurtulup kendini sokağın ortasında bulduğunda bir meczup gibi üç beş adım aşağı, üç beş adım yukarı koşup duruyordu. Nihayetinde kendini dizlerinin üstüne, gecenin bilinmezliğine bıraktı. Kısa bir an hareketsiz kaldıktan sonra o son cümle kulaklarında, sokağın boş kaldırımlarında aksetmeye başladı. Yerden kalkıp amaçsızca koşmaya başladı. Yoldan geçenler onun hâline acıyarak bakıyorlardı. O ise kimseyi umursamıyor hatta görmüyordu bile. Yaklaşık on dakika boyunca bu şekilde koştuktan sonra anca Samet’in evine ulaşabilmişti. Kapıyı, kırmak isteyen polis hıncıyla yumruklamaya başladı. Açılır açılmaz tek sözcük etmeye fırsat bulamadan Haldun’un yumruğunu tam burnunun ortasında hissetti, Samet. Burnunu tutup iki büklüm şekilde sızlanmaya başladı. Kanlar sıcak sıcak akıyordu, soğuyan havaya inatla. Geriye kaçan Samet’in üstüne çullanan Haldun, ikinci yumruğu çenesine indirdi. Samet kendini koruma içgüdüsüyle karşılık vermeye başlamıştı. İkisi de yuvarlanmış koridorun ortasında boğuşuyorlardı. Neden sonra Haldun, Samet’in üstünden kalkıp yanına yuvarlandı. İkisi de büyük bir kavgadan çıkmış gibi hareketsizce tabiri caizse pislik dolu bir çuval gibi yatıyorlardı. Çok zaman geçmemişti ki Haldun ağzından kanlar püskürterek konuşmaya başladı: “Ablam nerede, nereye sakladın onu söyle çabuk?” Samet daha beter durumdaydı. Sözcükleri güçlükle toparlayabilmiş, ağzını belli belirsiz hareket ettirerek cevap verdi: “Ne saçmalıyorsun sen pislik herif?” “Gayet açık bir soru sordum Samet; Hale nerede, nereye sakladın onu? “Haldun, yeter artık. Sen ablanı daha kundağa sarılıyken kaybetmişsin. Ben ailemi kaybettiğimde ise yaşıma henüz basmamıştım bile. Sen de annen ile babanı on sene önceki büyük depremde kaybettin. Daha da anlatmamı ister misin?” “Kes sesini lanet herif, kes!” “Zaten konuşacak hâl mi bıraktın? Çenemi hissetmiyorum bile.” “İyi ya, konuşmaman bizim için daha iyi olur, bilhassa bugünlerde.” dedi, Haldun. Son cümleyi tamamlarken yüzünde yine bir tebessüm belirmişti. Kafasını solunda yatan Samet’e çevirdi. Gülerken beyaz dişlerinin arasından kırmızılıklar sızıyordu.