Konuşma bitmesine karşılık ahize hâlâ kulağındaydı. Tam o sırada müezzin, ikindi ezanını büyük bir huşu ile okumaya başladı. Ezanı duyunca bırakabilmişti, felaket tellalını. “Bu ses, bu ses?” diye kekeledi üst üste. Telaşlı olduğu kolaylıkla okunuyordu yüzünden. Gözleri büyüdükçe büyüdü. Yüzünde bulunan damarlardan büyük bir hışımla akıyordu kanlar. Sesi gerildi. Bir ok gibi fırlayamadı ama. Sertçe döndü, hemen balkona attı kendini. O günden sonra her şeyi zihnine kazımıştı adeta. Aldığı notları tekrardan kurcalamaya başladı. Barmen Yakup’un üzerine büyük bir kırmızı çarpı attı. Bu ses onun sesi değil kesinlikle. Onda biraz kekemelik vardı. Bu ise gayet akıcı konuşuyordu. Su gibi. Evet, tıpkı su gibi. Samet? Dili dişlerinin arasına takılıyordur muhtemelen şu an. Ona da kocaman bir çarpı. Lanet olsun! İçindeki bütün nefreti kusan bir haykırıştı bu. Bir kuş kanatlandı gökyüzüne, hemen balkonun sararmış parmaklıklarından. Ardından bakakaldı Haldun, sanki beni de al der gibi bakakaldı, dertsiz gökyüzüne. Kendini tekrardan masanın başında bir yığın dertle uğraşıyorken bulduğunda büyük bir yıkıma uğramış gibiydi yüzü. Omuzları çöktü, yüzü tekrardan gerildi. Her şeyi tekrar gözden geçirdi. Düşündüğü isimler bir bir yitiyordu elinden. Aklından sürekli o cümleleri çevirip duruyordu. Artık “meçhul” kişi kendini belli etmişti. En azından sesini biliyordu ve bu ses asla yabancı olmayan birine aitti. Ona kesin karar kıldı ama kimdi bu ses? O geceyi tekrardan düşünmek istedi. Bu sefer hiçbir ayrıntıyı atlamadan özellikle. Samet’le ayrı ayrı gideceklerdi mekâna. Orada buluşmuş gibi yapıp sonradan oluşacak soru işaretlerini engellemiş olacaklardı böylelikle. Çünkü mekânda muhakkak Halit’le bir münakaşa çıkacaktı. Bir yerde oturup konuşsak birisi duydu diyeceğim ama o da yok işte yok! Biliyorum, biliyorum buradasın, bu fotoğraflarda bir yerlerdesin ama nerede? Ama nerede? Aklımı yitirtmeden çıkmayacak mısın ortaya? Düşündükçe aklını yitirecek gibi hissediyordu kendini. Bir anda kalktı, ortam değiştirmek iyi gelir diye düşündü. Mutfağa geçip biraz su koydu tekrardan. Çaycı, büyük bir sarsıntıyla kaynamaya başladığı sıra cereyan etti o melun düşünce. Olamaz, olamaz! Böyle bir şey olamaz! Sayıklamaya başladı en nihayetinde. Artık kafayı yemenin eşiğindeyim galiba diye düşündü bir an. Çaycı sustu. Bu kez de zihni büyük bir sarsıntıyla çalkalanmaya başladı. Bu ses, dedi. Bu ses diyor, bir türlü devamını getiremiyordu cümlenin. Sanki karşısındakine büyük bir gizemi açıklamaktan imtina eder gibi cümlenin başını söyleyip devamını getiremiyordu. Tezgâha, iki elini açıp dayandı. Şimdi ne yapmalı? Ne yapmalı diye sayıklamaya başladı. O sırada odasına koşup çekmeceden babasından hatıra kalan el fenerini kaptı. Üzerine de siyah kapüşonlu ince bir yağmurluk attı. Bütün bunları yaparken sürekli sayıklıyordu: “Gitmeli, gitmeli. Evet, gitmeli ama geceyi beklemeli!..” Hazır olduğunu aynaya baktığı zaman gördü. Bir daha hiç gelmeyecekmiş gibi evin bütün detaylarına uzunca baktı. Kapıya doğru yöneldi, döndü bir daha baktı. Bakarken de sürekli sayıklıyordu: “Gitmeli, gitmeli. Evet, gitmeli ama geceyi beklemeli!..” Akşam ezanı okunmuş, hava kararmaya dönmüştü. Haldun bu sırada çoktan binanın bodrum katına inmişti. El fenerini yakıp parmak uçlarında dolanıyordu. Burası izbe, basık bir yerdi, sanki geçmişten kalmış bir zindanı andırıyordu. Bir tane nefes alacak delik yoktu, küçük bir delik bile yoktu. Haldun, sayıklıyordu. Eline bir kazma, bir kürek geçirdi. Aradığını bulan insanın neşesi sardı bir an yüzünü. Ama çok sürmeden bu neşe yerini büyük bir tedirginliğe bıraktı. Bunları böyle götürmek mümkün değildi elbette, bir de çuval bulmalıydı. Tekrar girdi, zindana. Köşede kömürlerin altına sıkıştırılmış bir çuvalı çekti aldı. Elindekileri koydu. Sessizce dışarı çıktı. Sokaktan sesler geliyordu, hava da henüz kararıyordu. Bir süre bodrumda beklemenin iyi olacağını düşündü. Hem alışırım diye sayıklamaya başladı bu kez de. İyi olur alışırım, evet alışırım. Bir köşeye çöktü, çuvalını yanına aldı, bekledi. Yıllardır bu zindanda yatıyormuş gibi geldi. Çöktüğü yerden, çuvalından destek alarak kalkabildi. Kafasını merdivenden sessizce çıkardı, dışarıyı dinledi. Sesler kesilmiş diye sayıkladı. Kapının arkasına gizlendi, önce kafasını çıkarıp sağı solu kontrol etti. Sonra bedenini, peşine de çuvalı çıkardı. Orada öylece kalakaldı. Elini çenesine götürdü. Sağ ayağının ucunu hafif tempoyla yere vurmaya başladı. Sevdiği bir müziğe eşlik ediyor gibiydi. Bir süre böyle düşündükten sonra kaldırımın kenarından, binalara sürtünerek yürümeye başladı. Arkasına baktığında binalar uzakta kalmıştı. Şehir, tantanalı bir günün daha sonunda uykuya dalıyordu. Çok karanlık göründü şehir ama geldiği yer daha karanlıktı. Geldiğinde sessizce, hareket etmeden kapının önündeki gibi düşünmeye başladı. Neden sonra çuvalını tekrar kavradı. Korkusuzca, bir şey düşünmeden yürüyordu. Kendi ellerimle gömdüm, yerini iyi bilirim diye söylenerek Halit’in mezarının başına geldi. Çuvalı, pislikten kurtulmuş gibi sertçe attı. Bir an kaçıp gitmeyi düşündü ama çivilenmiş gibiydi oraya. Etrafı kolaçan etti. “Asayiş berkemal şef,” dedi, gülümsedi. Gülümseme uzun sürmedi ki yerini yine o tedirginlik aldı. Bismillah dedi. İlk kazmayı vurdu. “Toprak da iyice sertleşmiş, senin mezarın örülme zamanı gelmiş be Halit. Söz yaptıracağım, söz. Sen burada usluca yat. Söz yaptıracağım.” Uzun bir süre kazdı. Mezar neredeyse beline kadar geliyordu artık. Kazmayı toprağa her saplamasında, “neredesin?” diye soruyordu. Cevap yok. Bir kazma daha, “neredesin?” Yine cevap yok. Bir kazma daha derken bir ses duyar gibi oldu. Kazmayı toprağa saplayıp bekledi. Ses çok uzaktan gelmişti sanki. Kazmaya devam etti. Bir ses daha duydu. Bu sefer daha yakından. Baktı. Aradı, taradı bir hareket sezemedi. Kazmaya devam etti. Bu sefer sanki yanında birisi konuşuyor gibiydi. Kazmayı attı toprağa, doğruldu. İyice bakıştırdı etrafa. Yine bir hareket yok. Galiba dedi, artık kafayı yedim! Kazmayı eline aldı tam toprağa saplayacakken o cümle beynine saplandı. Mezarın içinde yankılandı, mezarlığı büsbütün döndü dolaştı tam beynine saplandı: “Yardım lazım mı Haldun?”



Devamı gelecek...