Sesi duyduğu zaman elindeki kazmayı toprağa saplamak üzereyken durdu. Ne kazmayı saplayabiliyor ne de bırakabiliyordu. Arkasındaki ses sıkılmış olmalı ki tekrardan konuşmaya başladı: “Cevap vermeyecek misin Haldun, bunca yıl sonra?” Sanki her bir sözcüğü kulağıyla işitmiyor, sözcüklerin hepsi beynine saplanıyordu. Yavaşça dizlerinin üzerine bıraktı kendini. Elindeki kazma mezarın içine düştü. Hâlâ arkasını dönmüş değildi. Yaklaşık beş dakika öylece bekledi. Konuşmuyordu ama bu sırada sessizce ağlamaya başlamıştı. “Olamaz, olamaz. Bu ses…” diye konuşmaya başladı. Yine cümlesinin sonunu tamamlayamadı. Bu sefer arkasındaki ses Haldun’un kaldığı yerden devam etti: “Evet, bu ses benim sesim. İtiraf etmeliyim ki tahmin ettiğimden zeki çıktın. Buraya bir gün geleceğini biliyordum ama bu kadar erken beklemiyordum açıkçası.” Cümlesini tamamladıktan sonra Haldun’un omzuna uzattı elini. Dokunmaya cesaret edemeyerek geri çekildi ve konuşmaya devam etti: “Aslında biraz daha oynamak istiyordum zihninin dengeleriyle. Aklını kurcalamak elbette hoşuma gidiyordu ama bilirsin ki küçükken de çok sabırlı bir insan değildim. Bunca yıl nasıl sabrettim inan ben de bilmiyorum. O yüzden daha fazla dayanamadım ve bir an önce gelmen için aradım seni Haldun.” Bulunduğu yerden tekrar elini uzattı. Omzuna dokunmak sanki yıllarını almıştı. Elini uzattıkça uzatıyor, bir türlü menzile varamıyordu. Nihayetinde onu incitmekten korkar gibi elini yavaşça omzuna bıraktı. Haldun, omzundaki eli kavrayıp sertçe yere fırlattı ve arkasını döndü. Arkasındaki sesle göz göze geldi. Bu karanlıkta bile gözlerinin ağlamaktan kıpkırmızı olduğu seçilebiliyordu. Belki konuşmaya çok kez niyetlendi Haldun ama her defasında sözcükler boğazında düğümlendi kaldı. Karşısında gördüğü bu yüzü asla unutmamıştı. Bütün hatlarıyla zihnindeydi, hiç değişmemişti. Boğuluyor gibi konuşmaya başladı bir zaman sonra “Ama, ama…” dedi, uzun bir konuşma yapmış gibi soluklanma ihtiyacı hissetti ve devam etti: “Sen, burada yatıyordun. Kendi ellerimle, kendi…” cümlesini tamamlamasına fırsat vermeden o ses konuşmaya başladı: “Evet, Haldun kendi ellerinle öldürdün beni ve kendi ellerinle gömdün oraya ama şimdi karşındayım.” Haldun, telefondaki sesi şimdi çıkarabilmişti. “Ama, bu olamaz. Sen öldün Halit, öldün.” Ölmedim bak işte karşındayım. Hayatında bir kere olsun girdiğin bir işi başarabilseydin keşke Haldun. Bak bir insanı öldürmeyi bile beceremedin. On yıl sonra tekrardan karşındayım işte.” Halit; kendinden emin, yıllardır bu anı beklemenin vermiş olduğu güvenle gayet rahat konuşuyordu. Haldun sessizliğe büründü. Cevap vermeyi unutmuş olmalıydı yine. Etrafına bakındı, ellerini çevirip içindeki izlere baktı, kazdığı mezara baktı. Karşısında duran Halit’e baktı. Onun aldığı nefesi hissediyordu. Bütün hatlarıyla onun yüzüydü bu. Elini uzatıp dokunmak istedi ama Halit kafasını keskin bir refleksle geri çekti. Benim burada ne işim var diyecek oldu lakin Halit fırsat vermeden konuşmaya başladı: “Evet, hadi. Bu sefer burnunun dibindeyim. O zamanki gibi uzağında değilim. Elinde kazma da var hazır mezarımı da kazmışsın. Şimdi öldür beni Haldun. Hadi, durma! Eğer şimdi de başaramazsan ben seni öldürmekten beter edeceğim çünkü biliyor musun Haldun?” Son cümleyi söylerken ona merhamet edecek gibi yumuşamıştı sesi, yüzünde de hafif bir gülücük belirdi. “Ama ben seni öldüremem ki. On yıl önce öldürdüm zaten, şimdi bir daha nasıl öldüreyim. Biliyorum sen gerçek değilsin.” “Gerçek mi değilim? O döktüğün gözyaşı kadar gerçeğim. İçine çektiğinde boğazını yakarak ciğerlerine ulaşan sigaranın dumanı kadar gerçeğim. Gözünü kırptığında birbirine çarpışan şu kirpiklerin var ya onlar kadar gerçeğim. Gerçeğim anlıyor musun? Siz beni o zaman öldüremediniz belki ama hayatımı mahvettiniz. On yıl, dile kolay koskoca on yıl ben ölü bir insan olarak yaşadım. Her şeyimi değiştirdim, senin saçmalığın yüzünden, ailenin saçmalığı yüzünden tam on yıl boyunca bambaşka biri olarak yaşamak zorunda kaldım. Anlıyor musun şimdi benim ne kadar gerçek olduğumu? Konuş, on yıl bu an için yaşadım. Senin ağzından birkaç cümle duyabilmek için on yıl dayandım bu ölü bedene. Şimdi konuş, neden beni öldürmek istedin?” Haldun, duydukları karşısında sarsılarak ağlamaya başladı. Ne diyeceğini, ne cevap vereceğini bir türlü toparlayamıyordu. Bu soruların cevabını duymamak için öldürmeye kalkmıştı Halit’i ama şimdi tam da karşısındaydı hem de bütün gerçekliğiyle. Halit de karşısında diz çökmüş iki eliyle omuzlarından tutup sürekli sarsıyordu. Sarstıkça konuş diye bağırıyordu. Konuş, diyordu. Tam on yıl bu an için diyordu, konuş diyordu, konuş… Haldun içinde bulunduğu duruma nazaran kendisinden beklenilmeyecek bir soğukkanlılıkla konuşmaya başladı: “Babam ve annem; Samet doğduğunda, bu çocuklara bakamayız, zaten durumumuz gittikçe kötüleşiyor demiş. Ali amcanın da yıllardır çocuğu olmuyormuş. Köyde herkes bunu konuşuyormuş. Annemle babam oturup konuşmuşlar. Hem sevaba gireriz hem de çocuk rahat yüzü görür demişler. Sonra babam gelip senin babana danışmış, durumu anlatmış. Velhasıl Samet’i onlara vermişler. Kader işte onun yerine beni de verebilirlerdi. Tabii bundan kimsenin haberi yok. Verdikten sonra daha birkaç ay geçmiş veya geçmemiş, tam bilmiyorum, bir tartışma çıkmış aralarında. Ali amca silahını çekmiş babamı vuracakken üzerine atlamışlar. Silah da o karmaşada ateş alınca ablama isabet etmiş. O günden sonra babam ant içmiş onları öldürüp oğlumu geri alacağım diye. Baban çok kez engel olmak istemiş, durdurmaya çalışmış ama dinletememiş bir türlü.” Halit tam burada yamağını susturmak isteyen hükümdar gibi sert bir el hareketi ile Haldun’u susturdu. Elini havaya kaldırıp tehditkâr bir şekilde konuşmaya başladı. Gittikçe sesi yükseliyor, gözleri büyüyordu. Gözleri apak olmuş, karanlığı aydınlatıyordu: “Haldun, bana masal anlatma! Senin saçma sapan aile ilişkilerini dinlemek için beklemedim bunca yıl. Bana asıl duymak istediğim şeyi söyle.” Sanki Halit’in söylediklerini duymamış gibi kaldığı yerden anlatmaya devam etti. “Babam silahını aldığı gibi kör bir karanlıkta çıkmış gitmiş evden. Evde annem, perişan hâlde yapma, etme dese de dinletememiş. Yaklaşık bir saat sonra kucağında Samet’le geri dönmüş babam. Samet’i öylece görünce bütün her şeyi unutmuşlar. Annem de iyi yaptın der gibi bakmış babama. Babam o olaydan sonra yıllarca dağlarda saklandı. Ara ara eve gelip gidiyordu. Bu arada yıllar su gibi akıp geçmişti. Yine bir gün babam eve ziyarete geldiğinde Samet’le ben sevincimizden kucağına atlamıştık. Seyrek gelirdi eve ama sevgisini eksik etmezdi bizden. O gün tam ayrılırken Samet’i alıp getirdiği geceyi konuşuyorlarmış. Samet her şeyi duymuş. Bütün olanları öğrendi sonra ama benim öz kardeşim olduğunu ve tabii babamın onları öldürdüğünü öğrenemedi. Dinlemedi annemi, babamı; çekti gitti. Yıllar sonra tekrardan geldi ama hâlâ gerçekleri bilmiyor.” Haldun, kendini kaptırmış, biraz önce içinde bulunduğu vaziyetten tamamen sıyrılmış, yıllardır görmediği bir arkadaşıyla sohbet ediyormuş gibi büyük bir soğukkanlılıkla anlatıyordu. Bu sırada Halit, yine sabrını daha fazla zorlamak istemiyormuş gibi sertçe ayağa kalktı. Haldun’un başına dikilip gecenin sessizliğine bir mermi gibi inerek konuşmaya başladı: “Bana asıl duymak istediğim şeyi söyle Haldun! Masal dinleyecek yaşı çoktan geçtim ben, anlıyor musun? Çoktan geçtiiiim!” Haldun, bu haykırış karşısında olduğu yere iyice pustu. Korkusundan mezara düşecek gibi oldu ama Halit onu tuttu ve konuşmasını beklediğini belli eden bir el hareketiyle dinlemeye koyuldu. Haldun devam etti: “Bilmiyordum, vallahi bilmiyordum. Ben de yıllar sonra öğrendim Halit. Hem ben ne yapabilirdim ki? Çocuktum o sıralar, gidip bunu engelleyemezdim.” “Ulan itoğlu baban babamı öldürdü, sen de beni öldürmek istedin haa? Sırf sizin saçma sapan bir sırrınız yüzünden ailemiz dağıldı. Konuş, konuş ulan susma!” “Sadece bu meselenin kapanmasını istedim. Her şeyi bilen bir tek sen kalmıştın. Seni öldürürsem bu mesele sonsuza kadar kapanır sandım. O gece seninle yoktan yere kavga etmemizin sebebi buydu elbette. Aklıma başka bir çare gelmedi Halit. Babam, hepimizin hayatını mahvetti, ben de böyle yaparak düzeltirim diye düşündüm ama olmadı Halit, yapamadım. Artık dayanacak gücüm kalmadı. Öldür beni, var git yoluna bundan sonra. Hakkını da helal et!” Gözlerini kapattı, dudaklarını belli belirsiz oynatarak şehadet getirmeye başladı. Ölümü ilk defa kirpiklerinin ucunda hissediyordu. Ama Halit, dizlerinin üstüne çöküp gülmeye başladı. “Dalga mı geçiyorsun benimle? Ne öldürmesi, ne ölmesi, ne helali? İnan senin ölmeni hiç istemiyorum Haldun. Yaşaman için, özellikle de karşılaşacağımız güne kadar yaşaman için yıllarca yalvardım, yakardım. Hele bundan sonra daha da uzun yaşaman için yalvaracağım Allah’a. Sana, benim yaşadığım hayatı yaşatacağım Haldun hem de en ağır şekilde. Günlerce ölmek için yalvaracaksın ama ölmeyeceksin.” Haldun, Halit’in ayaklarına kapanarak yalvarmaya başladı. Öldürmesi için yalvarıyordu. Halit onu dinlemeden arkasını döndü. Ellerinden kurtulmak için ayaklarını savurdu. Hayatı boyunca beklediği bu andan bir an önce uzaklaşmak istiyordu. Duyduğu gerçekler karşısında bütün gücüyle haykırmak istiyordu. Ve en sonunda Haldun’un beynini delmek istiyordu. Yapmadı. Döndü. Yürüdü. Gittikçe karanlığın içinde kayboluyordu. Bütün mezarlığın içinde yankılanan ve kin kokan o tok sesiyle bağırdı:


“Benim yaşadığımı bilerek yaşayacaksın Haldun!”




Mayıs 2020/Taşlıçay