Suyu Arayan Adam, 1959 yılında Şevket Süreyya Aydemir tarafından yazılan Türk edebiyatının en meşhur hayat hikâyelerinden biri. (Bu incelemede Remzi Kitabevi’nin 2006 yılı 18. Baskısı esas alınmıştır.) “Otobiyografik-roman” olarak da bilinen eser, yazarın çocukluk günlerinin geçtiği Edirne’de başlar ve emekliye ayrıldığı – doğrusu emekli edildiği – Ankara’da bir çiftlik evinde son bulur. Zaman dizimi olarak da II. Meşrutiyet’in ilanından Demokrat Parti’nin 1950 seçimlerini kazanmasına kadar geçen süreyi anlatır.


Şevket Süreyya, eseri genel hatlarıyla on ana başlığa ayırır. ve bu başlıkların içinde tanık olduğu olayları ve kişisel anılarını anlatır. Eserin ilk bölümü Edirne’de geçen çocukluk günlerinde bir yangınla başlar. Okul günlerine uzanır ve ortaokul sıralarında arkadaşlarıyla imparatorluğun durumu ve kaybedilen toprakların geri alınacağıyla ilgili kurulan hayalleri anlatır. Bu ilk bölümde bir neslin yanılgısı göze çarpar. Yazar bunu reddetmez aksine bu yanılgıyı gözler önüne sermek için örnekler sıralar. Yanılgı ise imparatorluğun artık eski günlerinde olmadığı ve kaybettiği toprakları geri almayı bırakın elindeki toprakları bile koruyamayacak durumda olduğudur. Yazar bu bölümde çok ilginç bir olay aktarmaktadır:


Tezkere isteyen askerler geçit yapılacak bir köprünün önünü keser ve komutandan tezkere isteklerinin bir an önce saraya bildirilmesi gerektiği söylenir. Bu küçük isyan önce dualarla (!) bastırılmaya çalışılır. Askerlerin dualarla yatışmayacağı anlaşılınca İstanbul’a telgraf çekilir ve sonuç olarak tezkere haberi gelir. Erler hep bir ağızdan “Padişahım çok yaşa!” diye haykırır. Herkes dağılır. (Sayfa 44) Tabii ki bu olay tek başına her şeyi açıklayamaz ama Cihan Harbi (I. Dünya Savaşı) öncesinde özellikle ordunun durumunu gözler önüne serer.


İkinci bölüme yazar “Bir İmparatorluk Masalı” adını verir. II. Meşrutiyet’in getirdiği geçici ve anlaşılmaz mutluluk günlerini "masal" olarak tanımlar. Yeni yeni ortaya çıkan milliyetçilik akımının etkilerini aktarır. Yazara göre o dönem Türklük kavramı diğer kavimleri gücendirir diye üzerinde durulmayan çok önemsenmeyen bir kavram.


Üçüncü bölüm “Şu Bilinmeyen Anadolu” ifadesiyle başlar. Yazar Sarıkamış faciasında yitirdiği ağabeyinin yerine cephede yerini almak için askeri okula yazılır. O günlerde ne kadar önemsenmediğini söylese de kendini “Turan” ülküsüne kaptırır. Ülkünün verdiği heyecan ve ağabeyinin yerini alma isteğiyle ilk görev yerine katılmak için Anadolu’nun yolunu tutar. Anadolu’nun tasviri çok canlı ve gerçekçi bir dille anlatılır. Edirne ve İstanbul’da hayalini süsleyen Anadolu yazarı tam anlamıyla sarsar. Çünkü hayalindeki Anadolu ile karşılaştığı Anadolu arasındaki muazzam farklılığı gözleriyle görür. (sayfa 75) Ve cevaplanması çok güç bir soru sorar: “Bin yıldır yerleştiğimiz bu Anadolu toprağına ne verdik?”


Dördüncü bölüm yazarın Kafkas Cephesi’ne katılmak için beklediği Tunceli’deki kışla günlerini içerir. Yazar kışlada okuma yazma bilmeyen erlere öğretmenlik yapmaya çalışır. Çalışır diye tanımlıyorum çünkü yazarın sorduğu en temel sorulara bile erler akla gelmeyen cevaplar verir. Bunlardan en çarpıcısı:

“Dinimizin adı nedir?” Cevap yok.

“Peygamberimiz kimdir?”

“Enver Paşa.” (sayfa 103)


Beşinci bölümde Kafkas Cephesi’nin kapanışı ve Rusların geri çekilişi anlatılır. Yazar ağabeyi yerine Sarıkamış’a gidemez. İstanbul’a dönmek zorunda kalır. Ne yapacağına tam olarak karar veremez. O günlerde İstiklal mücadelesi de Anadolu’da başlar fakat bu mücadele yazarı cezp etmez. Onun daha büyük ideallere ihtiyacı vardır. Tüm dünyayı kapsayan ve neredeyse tüm dünyayı bir Türk yurdu haline getirecek Turan ülküsüne bağlanmıştır. O günlerde Enver Paşa’nın da Azerbaycan’da olduğunu, Turancıların örgütlendiğini duyar. Okuduğu ve kendine soyadı olarak seçeceği bir romanın etkisiyle Azerbaycan’a öğretmen olarak yazılır. Uzun bir yolculuğun ardından soluğu Bakü’nün Nuha kasabasında alır. Bir süre burada öğretmenlik yapar fakat durum hiç de onun hayallerinde kurduğu gibi değildir. Kısa zaman sonra Kızıl Ordu Derbent’i aşıp Bakü’yü ele geçirir. Yazar işte ilk o zaman Komünist Parti’yle tanışır. Partiye üye olur. (Şevket Süreyya Aydemir halen Rus Komünist Partisinin ilk ve tek üyesidir.) Parti ona Turan ülküsünden çok daha büyük bir ülkü vaat eder: Bütün insanlığı kurtarma ülküsünü.


Altıncı bölüm yazarın Batum üzerinden Rusya’ya geçişini anlatır. Batum’da hepimizin çok yakından tanıdığı bir şairle tanışır. (Şairin adı eseri henüz okumamış olanlar için zikredilmemiştir.) Şairle beraber üniversiye eğitimi almak için Moskova’ya geçer. O, artık kendi tabiriyle bir “ihtilalci”dir. Aynı bölüm Rus toplumu ve Rusya’yla ilgili ayrıntılı çözümlemeler içerir. (sayfa 226 – 231)


Yedinci bölüm yazarın üniversite yıllarını anlatır. Dünyanın dört bir yanından kopup gelen öğrencilerin durumunu ve kendi küçük arkadaş çevresini aktarır. Rusya ve Komünizm hakkındaki düşüncelerini bu bölümde genişçe açıklar. Yazara göre Rusya Avrupa devletleri içinde Komünist düzene en elverişsiz yerdir. Fakat burada tutunmasının nedeni kendinde bulunmayan mistisizmi bulmasıdır. Komünizm Rusya’da adeta bir mezhep gibi yayılır. İncil ezberlenir gibi Kapital ezberlenir, makamla tecvitle okuyan Koreliler peyda olur.


Sekizinci bölümde yazar üniversite öğrenimini tamamlar ve yurda döner. Muhtemelen rejim tarafından, Komünizm propagandası yapması için gönderilir. Hatta yazar kendini “otomat” olarak tanımlar. Hissi, düşüncesi ve muhakemesi yoktur. Kafasındaki kalıplara göre her şeyi biçimlendirir, sınıflandırır. Karşılaştığı sorun ne ise diyalektik materyalizme göre yorumlar ve meseleyi halleder. Özgün hiçbir fikri yoktur. Ve bu basmakalıp fikirleri paylaşmak için Aydınlık dergisinde aktif rol alır. Doğal olarak kısa süre sonra tutuklanır. Mahkeme süresince Afyon’da tutulur. Hayatını değiştirecek olay da işte Afyon cezaevinde yaşanır. (sayfa 385)


Dokuzuncu bölüm “otomat”ın yok olup bambaşka bir Şevket Süreyya’nın ortaya çıktığı süreci anlatır. Yazar, Anadolu insanıyla adamakıllı ilk kez cezaevinde muhatap olur. Anadolu gerçeğini kavrar. Kesin kararını verir. Artık büyük ülküler peşinde koşmayacak ve öz yurduna hizmet edecektir. Artık “İnkılâbın Emrinde”dir.


Onuncu bölüm “Suyu Arayan Adam”dır. İstanbul’dan yola çıkan neredeyse yarım Anadolu’yu yürüyerek geçen sonra soluğu Azerbaycan’da alan bununla yetinmeyip Moskova’ya kadar uzanan adam artık yerini bulmuştur. Yazar Kadro dergisindeki yazılarıyla İnkılaba hizmet eder. Milli Eğitim Bakanlığında aktif görev alır. Bizzat Atatürk’le beraber çalışma fırsatı bulur. Yazar Atatürk’le çalıştığı yılları anlatırken önemli bir tespitte bulunur: “Atatürk’ün bize öğrettiklerini bizim de halka öğretmemizden daha doğal ne olabilirdi? Fakat Türk aydını bu tarihi misyonu başaramadı.”


Şevket Süreyya, 1950 seçimleri sonrasında emekliye sevk edilir. Büyük bir hayal kırıklığı yaşar fakat kısa sürede kendine gelir ve kendini Ankara’daki çiftliğine, toprağına verir; aradığı suyu yani kendini toprakta bulur.


Suyu Arayan Adam, hatasız bir dile sahip. Bir elin parmağını geçmeyecek kadar yabancı sözcük içeriyor. Su gibi akan hayat hikâyesi. Türk edebiyatında alanının en önemli eserlerinden biri. Yakın tarihe ilgi duyan herkesin okuma listesinin ilk sırasına yazması gereken bir başyapıt.