Uzay boşluğunda süzüldüğünüzü düşünün. Yerçekiminin bile etkisi altında olmadığınız bir yerdesiniz. Sadece aklınızdaki sesi duyuyorsunuz. Kimi insanlar bunu düşünürken dehşete kapılırlar, tehlikede hissederler; kimileri de huzurlu, özgür hissederler. Birilerinin veya bir şeylerin duygusal baskısı altında olup onlara tutunmanın ya da bunların zorunlu baskısına maruz kalıp onlar tarafından tutulmanın olmadığı bir durumdur bu. Tutunmanın veya tutulmanın iyi kötü yanları vardır. İnsan, hangi yanı daha baskın gelirse buna göre tutmayı veya tutulmayı seçer. Bu örneği günlük hayatımıza baz alarak birçok farklı durumda gözlemleyebiliriz.

İnsanlar tamamen özgür olduklarında her şeyin onlar için daha iyi olacağını ve kendilerini gerçekleştirebileceklerini düşünürler. Oysaki insanın bağlanma ihtiyacı özgürlük ihtiyacından daha baskın ve önemlidir. İnsanın doğduktan itibaren bağlı olduğu ve hayatta kalmak için bağlı kalması gerektiği ailesi vardır önce. Sonrasında arkadaşlar, iş arkadaşları ve romantik ilişkilerinde bağlandığı yeni kişilerle tanışır. Ne var ki bu bağlanmalar insana her zaman iyi gelmez. Öncelikle tutunmaktan başlayalım. Nitekim tutunmak, tutulmak karşısında insanın birincil savunma mekanizmasıdır. Kişi, ihtiyacı olduğunu düşündüğü şeye sıkıca sarılır ki aksi durumda düştüğü boşluktan kurtulayım derken daha büyük bir çıkmaza girmesin. Bu bir düşünce de olabilir, bir iş ya da bir kişi de… Bu noktada tutunduğumuz şeye kendimizi teslim edercesine, onun da bizi tutacağını düşünerek kontrollü bir şekilde yaklaşmadığımızda eninde sonunda tutunduğumuz şeyler tarafından tutulurken buluruz kendimizi. Bu ince çizgi biraz da kişisel gelişimimizle ve birey olabilme becerimizle alakalıdır. Tutunabileceğimiz onlarca şey varken insanlara tutunmamız büyük risktir mesela. Zamanla tutunduğumuz şeyi bırakamayacak hale gelebiliriz ve bu durumda o şeyin de bizi tutmasını isteriz ki tekrar boşluğa düşmeyelim. Bunun için de zamanla tuttuğumuzu araç olmaktan çıkarıp tutmayı amaç haline getiririz. Tutunabilme fırsatını kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapmaya başlarız, ne istediğimizi ve düşündüğümüzü çok önemseyemeden. İşte bu duruma düşmemek için hayatta birçok şeyi tutabileceğimizin farkında olarak tuttuklarımıza "yapışmamayı" da bilmemiz gerekir.

Gelelim tutulmaya. Tutulmayı, tutunmanın zararlı haliyle kendimiz de yaratabildiğimiz gibi, çevresel faktörlerle de tutulma yaşayabiliriz. Düşünün ki bir güneşsiniz, ay da önünüze duruvermiş. Ay burada sizi tutanları temsil etsin, gitmiyor bir türlü. Sizin de gönderesiniz yok zaten, bir o kalmış yanınızda. Işığını, etrafına yaydığı güzellikleri, neşeyi böyle kaybeder insan. Ne kendine ne de başkalarına faydası olur. Sadece onu tutanların egolarını tatmin etmiş olur ve bunun için rahatlamış hisseder. Ne korkunç! Nedir insanı bu hale getiren? Birey olarak farklı yanlarıyla ve istekleriyle kabul edilmeyeceğini düşünen insanlar boşlukta süzülmekten de korktuklarında dışarıdakilerin duygusal bağımlısı olurlar. Elbette her insanın kabul görme ihtiyacı vardır fakat yalnız her şeyimizi kabul edildiğinde kendimiz olabileceğimiz yanılgısı mevcuttur insanda. Bizi biz yapan asıl özelliklerimiz kabul görmediğinde kendimizi öncelememiz gerektiğini bilmek ve uygulamak zordur insan için. İnsanlarla veya işimizle, paramızla vs aramızdaki bağın hiç bozulmamasını öncelediğimizde kendimizi gerçekleştirebilme ihtimalimize de ket vurmuş oluruz. Sanırım buradan her şeye ölçülü yaklaşmamız gerektiği sonucuna varıyoruz. Ne her şeyi kendimize ulaşmada bir tehdit olarak görüp boşlukta süzülmek bizi geliştirir ne de boşlukla göz göze gelmekten korkarak bir şeylere bağımlı yaşamak bizi iyileştirir. İstediğimizde birinden diğerine sıçrayabilecek esneklikte olabilmeliyiz. Velhasıl kelam, kendi içimizde üretemediğimiz mutluluklar için dışa bağımlılığımızı artırmayalım. Sevgiler.