Sylvia Plath şu cümlelerle başlıyor şiirine;


   ''Ama enine olmayı tercih ederdim.

   Ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim

   Taşları ve o ana sevgisini emen

   Bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan,''


   Şair evvela kendisini bir ağaç ile karşılaştırıyor. Bir ağacın kökünü toprağa salması suretiyle taşları ve bir köken olarak ana sevgisini emeceğinin ifade edilmesi burada ağaca, şairin kendisinde olmayan, hatta uzak dahi kalmış olduğu bir enine uyumlu olma hali ve tabiatla özdeşlik kurabilme anlamı yüklenmiş oluyor. Bu karşılaştırma sonucunda kendisinin bir ağaç veya ağaç gibi olmaması, yani boyunalık ve ayrıklık halinde olması sebebiyle tabiatla beraber büyüyemediğini ifade ediyor. Ağaç ise bu zıtlıkta enine olduğu için tabiatla uyumlu ve de özdeşlik kurabilme haline sahip konumda. Yani tabiat kendi içerisinde uyumlu ve diğer varlıklarla beraber kısmi bir gelişim ve değişim halinde. Yazarımız ise bu manzaranın dışında, bir kopma halinde olmanın üzüntüsünü yaşıyor.


   ''Bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazık ki

   Sanki özenle boyanmış ve kendi payına düşen hayranlarını kabul eder gibi,

   Pek yakında bütün yapraklarından birer birer döküleceğini bilmeden.''


   Kendisini bu sefer bir çiçek tarhı ile kıyaslıyor yazarımız. Çiçek tarhı, çiçeklerde türlü renklerde bulunan ve böcekleri çeken tüveyç demektir. Biliyoruz ki varoluşçu yazarlar diğer insanlar ve dış dünya tarafından anlaşılma hususunda ciddi bir yakınma içerisindedir. Bir sonraki cümlesinde bahsettiği ''kendi payına düşen hayranlarını kabul eder gibi'' ifadesinden bu anlaşılma ve sevilme ihtiyacının çiçek tarhının dünyasında karşılandığını anlamamız mümkündür. Fakat yazarımızın kendi varlığında bu ihtiyacı karşılanabilmiş görünmüyor. Nitekim kendini bir çiçek tarhı ile yine bir zıtlık üzerinden karşılaştırıyor. Bir sonraki cümlesinde ise çiçek tarhının yakın gelecekte uğrayacağı yaprak dökümünün bilinçsizliğinden bahsederken kendisinin ise varlığın nihai ve kaçınılmaz sonu olarak çürümeye ve yok oluşa tabi olduğunun bilincine sahip olduğunu ve de bu farkındalık sebebiyle umutsuzluğa kapıldığını anlamış oluyoruz.


   Şiirimiz devam ediyor;


   ''Benimle karşılaştırılırsa ölümsüz sayılır bir ağaç

   Ve bir çiçek o kadar da uzun boylu değildir belki, ama kalkışmanın anlamını bilir

  Ben ise ömrünü bir ağacın, cesaretini istiyorum bir çiçeğin.''


   Yazar bu defa dışarıda kalmaktan yakınmanın dışında aynı zamanda içeri girmekten de bahsediyor bizlere. Yine bir ağaç ile kendini karşılaştırarak tabiata dahil olmanın kendi kısacık ömründen farklı olarak uzun bir varolma hali olduğuna derinden bir inanç besliyor. İkinci cümlesinde bahsettiği; çiçeğin uzun boylu olmamasına rağmen kalkışma sahibi olması ise tabiat içerisinde bir gelişim yaşadığına işaret olabilir. Buradaki kalkışmadan maksat bize göre elbette ki bir boyuna yalıtılmışlık hali olmayıp tabiatla senkronize bir değişim ve gelişim gösterebilme halidir. Yazarımız son cümlesinde ise tabiata dahil olabilmenin ve tabiatla birlikte değişip gelişebilme cesareti gösterebilmiş olmanın hasretini çekiyor.


   ''Bu gece, yıldızların o sonsuz incelikteki ışıkları altında,

   Ağaçlarla çiçekler serin kokularını serperlerken havaya.

   Aralarında yürüdüm, hiçbiri farkıma varmadan.''


   Yazarımız şiirin ikinci kısmına geçmiş olduğu bu dizelerde ise tabiatı yine güzel betimlemiş fakat ''aralarında yürüdüm, hiçbiri farkıma varmadan.'' diyerek yine kendisini bu güzelliğin dışında görmektedir. Fakat ağaçlar ve çiçeklerin arasında da yürümüş. Yazar kendi varlığıyla hem içeride hem dışarıda yaşıyor...


   ''Uykuya dalmadan düşünürüm de bazen

   Ben de onlar gibiyim aslında

   Düşüncelerim bulanır sonra.

   Uzanıp yatmak, daha doğal geliyor bana.

   Sınırı olmayan sohbet yürürlüğe girdiği zaman, gökle aramızda.

   Ve son kez uzanıp yattığımda bir gün ben, asıl o zaman yararlı olacağım:

   O gün ağaçlar bana bir kez olsun dokunabilecek

   ve benimle ilgilenecek vakti olacak çiçeklerin...''


   Şair son dizelerde ise anlamları birbirine bağlıyor. Şöyle ki; ''uykuya dalmadan'' hayattan bir nebze de olsa uzaklaştığı ve de soyutlandığı zaman kendisinin tabiat unsurlarından pek de farklı olmadığını idrak ettiğinin ifadesini görmüş oluyoruz. Fakat sonrasında ''düşüncelerinin bulanması'' sonucu yine ikilem, yalıtılmışlık hali ve bir fanusun içerisinde sıkışmışlık hali beliriyor ve zihin, bilinç ve düşünce sahibi olmasından kaynaklı olarak bu hal devam ediyor.

  

(Ben çocukken yok olma halini gözlerimin kapalı olması şeklinde hayal ederdim. Sonra biraz daha yaşım ilerleyince yokluk hali içerisinde duyma yetimin de olmayacağının farkına vardım. Ve sonraki adımda ise yokluk hali içerisinde bir bedene de sahip olamayacağımın da farkına vardım. Geriye yalnız bilinç ve düşünce kalmıştı. Fakat bilinç ve düşüncenin de var olmadığını fark ettiğim zaman yokluk kavramı ağır gelmeye başladı zihnime.)


   ''Uzanıp yatmak daha doğal geliyor bana, sınırı olmayan sohbet yürürlüğe girdiği zaman gökle aramızda, ve son kez uzanıp yattığımda...'' dizelerinden yazarın ifade etmeye çalıştığının; ölüm haliyle beraber bilinç ve düşünceden dahi soyutlanarak, varolma haline karşı amansız bir protesto fikrinde olmak olduğunu düşünüyorum. Yazar kendi ifadeleriyle tabiatla ve gökle özdeşlik kurabilmek için artık ölüm halinde toprağa uzanmaktan başka bir yola varamaz olmuştur. Mânen yapamadığını belki de bedeniyle yapmak istemiştir. Ve son cümlesinde ise ölüm sonrasındaki halinde vakit kaygısı olmaksızın tabiatla özdeşlik ve uyumluluk sağlayabileceğini ifade ediyor. Bu noktada ''benimle ilgilenecek vakti olacak çiçeklerin'' derken ise yaşamdaki vakit kavramının artık kırıldığını, varlığın kendi içerisinde artık bir aciliyet durumuna dahil olmadığını ifade ederken son olarak bence; kendisi varlıkla bir olduğu gibi aynı zamanda vaktin dahi varlıkla birleşerek kendi safında birleşeceklerinin hayalini kurmaktadır...


Mücahit Kabataş, 8 Ağustos 2023, Eskişehir.