Çekimser duruyor yarı ölgün topraklar,

Mevsim, utanmaz filizlere göre değil.

Toprak ananın ayetlerini yalanlamak isterdim

Ki olmasaydı kış belerten sert ayvalar,

Tüylü şeftaliler, kırmızıya çalan biçimsiz armutlar.

Bir yel ki sürüklüyor konuşlanmış yaprakları.

Kavrayamadım, gençliğimde yaştım.

Aşamadım doğanın yasalarını.

Ulaştığımda en olgun çağlarıma,

Gizlenmez oldu tutkunluğum, bayağılaşarak.

Tövbeler etmedim, yazıklanmış senelere.

Son umuttu tohum, köhneleşse de insan yüreği.

Oluşları almaştıramam, 

Bitti diyordum artık,

Bitirdim o fevri dedikleri devri.

Her şey için çok geç, yapamam.

Ayetler nasıl da adım adım gerçekleşiyor

Ve şair nadasa bırakmadan yürüyecek

Yargılamayıp cüzlerini sürülmüş tarlanın.

Görmedim tabiata ütülmeyen bir kimseyi,

Belki bu kargışlanmış şey, sopası tanrının.

İklimlerden iklim beğendirmeyecek,

Bahar geç gelir elbet ki göğe çatmadan.

Gövde dikeliyor aldırmadan aymazların dediğine

Şimdi ufuklar oldukça yakın, 

Üzünçler bir hendek ölçüsünde uzak.

Madem vargımız ortaktı, niçin bunca hüzün?

Neden bile bile hırpalanıyordu insanlar?

Sessizce türüyordu ayetler, usulca bir yürüyüş.

Acıyacak insan kendine, her koşulda olup bitenlere.

Bin nasihattan da makbul olan şu akışlar.

Akışlar ve arınmış benliğinden umursuz tabiat.

Ve birdenbire meyvelenir tabiatın köklü direkleri.

Çilesini omzunda hissetse de gerinmiş gövde,

Bağışlıyordu tanrılar, insanlar utkuyu meyveye.

Eminim dalda asılanın yasak olmadığına.

Ne birincidir ne de üçüncü köklam.

İkincide ekinleniyor yalnızca ilkbahar.

Keşkeler öldü, paklaştı kinler filizlerden,

Ve budaklarında tadılmayı bekliyor armutlar.