Uçaktayım. Tek başıma İstanbul’a tutunup, havalimanını nasıl bulduğumu hatırlamıyorum. Bavulumu sürüklerken yardım eden insanlar oldu, bir kaç kişi adımı sordu ve şimdi bir cam kenarında oturuyorum. Uçağın tekerlekleri yerden kesildiği an karın boşluğumda oluşan baskıya tepki vermemeye çalışıyorum, etrafımdaki kimsenin uçağa ilk kez bindiğimi anlamasını istemiyorum, uçağın burnu yükseldikçe yeni bir hayata başladığımı biliyorum ve aslında hiç tanımadığım bir adamın yanına gidiyorum. Küçük pencereden dışarı bakınca arkamdan ağlayan annemi, büyüdüğüm mahallenin sokaklarını, parayı tercih ettiğimi söyleyen arkadaşlarımı ve daha kendisinin ne yaptığını idrak edemeyen bir çocuğun yansımasını görüyorum…


Bulutların üstüne çıkar çıkmaz aklıma sihirli fasulye masalı geliyor çünkü bulutların üstü gerçeken devasa ve acaba şu an 32.000 fitte benimle birlikte gün batmını izlerken bu masalı düşünen başka çocuk var mıdır diye merak ediyorum. Gökyüzüne alıştıkça yaşamış olduğum hayat küçücük geliyor gözüme ve yepyeni küçük bir hayatım olması için sabırsızlanıyorum. 6 saatlik uçak seyahatimin sonlanmasına yakın bir his kaplıyor içimi; annemin elini tutmadan karşıdan karşıya geçtiğim o ilk gün ki özgürlük gibi, müzik öğretmenimin bana müzik kulağımın olduğu söylediği o sabah ki özgüven gibi ve tabiiki biliyorum yazın denizden sonra araba camından gördüğüm bulutların bizimle beraber eve kadar gelmediğini ama yanlarından geçip gitmekte bir garip geliyor şimdi, sanırım büyüdüğümü hissediyorum.


Etiyopya’nın havalimanında derin bir nefes çekiyorum, yeni bir kıta, yeni bir kültür, yeni insanlar ve yepyeni bir hayatın karşısında 14 yaşımda yapayalnız duruyorum. Soluduğum havada alışık olmayan kokular burnuma gelince ufak telaş sarıyor etrafımı ve aslında beni almaya gelen adamın kim olduğunu bilmeden onu bulmaya çalışıyorum. Adımın yazılı olduğu kağıdı arıyorum, buluyorum, gözlerim kağıdı tutan adama kayıyor, göz göze geldiğimiz an vücudum taş kesiliyor ve olduğum yerde kalıyorum. Bu adam bana benziyor, ben gibi konuşuyor, sanki hep benle yaşamış gibi bakıyor ve nedense ikimizinde üstünde sarı bir mont var. 


Geriye, havalimanına son kez dramatik bir bakış atıyorum, derin bir nefes çekip sonunda bavullarımı ve kendimi çocukluğumda hiç anısı olmayan bu adama teslim ediyorum. 

**

6 ay sonra tamam diyorum, babam gerçekten güçlü bir adam. Burada kendi krallığını yaratmış ve herkes tarafından tanınıyor. Krallık diyorum çünkü gerçekten sıfırdan yaratılmış bir hayat ve tanıştığım her insan babamın ne kadar kral bir adam olduğunu söylüyor. Zamanla görüyorum, gerçekten herkesin gönlüne bir şekilde taht kurabiliyor, bulunduğu ortamın enerjisini belirliyor ve aslında kimseden hayatına saygı duymasını beklemediği için de herkes tarafından saygı görüyor. Gidilen her yer lüks, binilen arabalar son model, kıyafetler göz alıcı ve babamın suratıdan gülümseme hiç düşmüyor. Maddi anlamda hiç sıkıtı çekmemeye, gittiğim her yere bir şoför tahsis edilmesine, kolejlerden zengin arkdadaşlar edinmeye ve mutluluğumun satın alınmasına çabucak alışıveriyorum. Bir sene içinde çok hızlı yükselip, kafamda oturmayan şeyleri ve yokluğunu çektiğim duyguları önemsizleştiriyorum çünkü yeni sahip olduğum her şeyin heyecanı daha tatlı geliyor. Hatta anneme olan özlemimi bile arka plana attırıyor bu para denen uyuşturucu çünkü, küçük şeylerle mutlu edilerek büyütülen bir çocuğa yepyeni bir hayat satın alınıyor, neyi dert edebilirim ki? Cebinde hep para, emrinde son model araba, hep istediği o bateri yatağının baş ucunda ve pencerenin önündeki saksılarda çeşit çeşit sigara. 


***


Kendimi ve ait olduğum aile tablosunu çoktan unutmuşken, geleceği garantilediğini düşünüp hayallerden vazgeçmişken, reddettiğim duyguları sigarama sarıp çizgi çekmeye alışmışken babam bir gün eve bir tablo getiriyor. Evdekiler ne babama bi' tepki veriyor ne de dönüp tabloya bi' göz atıyor çünkü sanırım ben hariç babamın çevresindeki herkes onun ani kararlarına ve garipliklerine alışmış durumda. Uzaktan bile rahatsız edici bi havası olan bu tablonun evde ne işi olduğunu bir tek ben merak ediyorum ve babama neden onu sürekli görebileceğimiz duvara astığını soruyorum. Ne çerçevesinde altın işlemeleri olan bu tablo hakkında doğru düzgün bir şey anlatıyor ne de neden onu girişteki kocaman beyaz duvarın ortasına astığını hakkıdaki sorularımı cevaplıyor. 


Bazen öyle davranıyor ki beni rahatsız hissettirmek bi’ hobisi gibi ve sanki hareketlerini anlamazsam kendini daha rahat hissediyor. Ama zaten son zamanlarda birbirimize sinirlenmeye yer arıyoruz çünkü başta hayal ettiğimiz baba-oğul ilişkisini nedense bir türlü kuramıyoruz. Ne hayatlarımızda birbirimize bir rol verebiliyoruz ne de bu kadar benzerliğimizi inkar edebiliyoruz çünkü annem. Annem beni büyütürken kadın başına her iki ebeveyn rolünü de öyle bir üstlenmiş ki ve çaresiz zamanlarımda bana öyle bir koşmuş ki ben hiç bir şeyin yokluğunu çekmemişim. Bir babamın olmadığını fark ettiğimde de, etrafımdaki babaları gözlemleyip farkındalık ve kırılma süreci arasında yıllarca gidip gelerek buraya çoktan kendi babam olmuş bir şekilde gelmişim. Yani babamın yanına babamı yanımda getirmişim. Zaten şu an annemden uzak kalmam demek, normal insan dilinde bütün aileden uzakta kalmak demek çünkü benim aile tablom iki kişilik, annem ve ben. O yüzden şu an hem kendi tablomdan uzaktayım, hem de neredeyse ait olmadığım bir tabloya dahil olmaktayım. Oysa sabırla hala kafamın bir köşesinde istemsizce bir babanın ailedeki görevini anlayamaya çalışıyorum çünkü ona içimdeki babayı yeniden inşa etmesi için bi şans veriyorum. Ama neden babamı kafamda ve hayatımda para dışında bir şeye oturtamıyorum? Neden babam ona tanıdığım her şansı savuruyor ve neden sürekli benim onu çözmemi bekliyor? Ne yani bu tablo şimdi? Ne anlatmak istiyorsun ve neden bu kadar zor bir şekilde? Geç kalmışız adam işte, birbirimize.


****


Günler geçti, herkes gibi bende alıştım ve ne var canım adam kendi evine tablo asamayacak mı? dedim. Fakat asıldığı kocaman duvarın önünden geçtikçe oraya ne kadar yakışmadığını ve bir tablonun nası bu kadar huzursuzluk yaydığını düşündüm durdum. Neden bu tablo beni bu kadar sinirlendiriyordu ve gördükçe beni rahatsız ediyordu bilmiyordum ama yani bir şeyler eksik, bu tablo bitmemiş, son eklenmesi gereken bir şey varmışta vazgeçilmiş gibi. 


Tam bir hafta sonra babam gece yeni bir tabloyla geliyor ve duvarın üst köşesine asıyor. Sonra diğer hafta bir diğeri daha ve bir tane daha. Haftalar geçtikçe duvarın üstü tablo doluyor ama ortada ne bir ressam var ne de doğru düzgün bir açıklama. Annemi arıyorum, sesine sarılıyorum ve olan biteni anlatıyorum. Eskiden çok tablo alırdı, hatta bir tane bodrumda bile var diyor. Fotoğrafını istiyorum ve babamın bu akşam getireceği son tabloyla tamamen yüzeyi kaplanacak olan duvarın duvarın önüne geçiyorum. Derin bir nefes, elime bir kalem, önüme bir kağıt ve bir müziği seçiyorum. 


İlk gelen tablo bir şato önünde duran ama suratları olmayan kalabalık bir kraliyet ailesi. En üstte kalabalık bir şenliğin resmedildiği tablo ve sadece erkeklerin oturduğu uzun bir bir ziyafet sofrasının arasında asılı. Yani en üst sırada her şey normal, renkler canlı ve anlatılmak istenen basit. İkinci gelen kalenin penceresinden uzun uzun dışarı bakan kral tablosuyla, zırhlı atın üstüne mızrağıla duran prens ve karanlık kulede ağlayan prenses tabloları yan yana duruyor. Fakat bu sırada duran tablolardaki desenler birbirine karışmış, renkler koyulaşmış ve bir huzursuzluk yaklaşmakta. 3. haftada gelen tablo 3. ve beni en çok etkileyen sırada çünkü kırmızının canlı bir şekilde kullandığı boynu giyotinle ikiye ayrılmış çocuk tablosuyla başlamakta. Ayrıca bu sıradaki desenler o kadar birbirine girmiş ki, tablolar öyle bir siyahla sıvanmıştı ki görkemli bir yatakta öldürülmüş yaşlı bir çift ve bir halatla kendini asan genç bir kızın tablosundaki kırmızı kan, tek odak nokta. Sadece siyah ve beyaz kullanılarak anlatılan hikayenin dramatikliği arttıran 2 tablo ve bu akşam gelecek olan son eser en aşağı sıraya ait. Son sırada karanlık boş koridorun sonunda öldüğü görünen atlar ve şimşekle aydınlanan odada elinde bıçakla aynada kendine bakan kral tablosundaki her şey çok net resmedilmiş, insanın içini ürpertsede saatlerce izlenecek kıvamda. Tek eksik sağ alt köşe, oda birazdan babamla gelip bu duvara asılınca parça parça anlamsız görünen tablolar bir bütün halinde zaman çizelgesi oluşturacak. Bir kraliyet ailesinin bolluk bereketten korkunç bir sona süreklenen yaşamlarını anlatacak. 


*****


Annemin gönderdiği fotoğrafla babamın eve gelmeyeceğini anlıyorum, tabloları kimin yaptığını artık merak etmiyorum ve tüm parçaları hayal gücüme bırakıp bir hikaye yazmaya başlıyorum. Etraf uğulduyor, annemin elini tutmadan karşıdan karşıya geçtiğim o ilk gün ki korkuyu, müzik öğretmenimin bana müzik kulağımın olduğu söylediği o sabah ki şaşkınlığı ve yazın denizden sonra araba camından gördüğüm bulutların bizimle beraber eve kadar gelmediğini fark ettiğim günki hüzne boğuluyorum. 


Tek yüzün bulunduğu tablo babamın eve getirmediği tabloda çünkü burası aslında Suratsızlar Krallığı. Tarihte isimleri bile geçmiyor çünkü kötülükleriyle kaçırdılar Kraliçeyi ve tanrıyı. Sonunda hepsi canına kıydı çünkü bu hikaye ilk kez Krala sürekli Kraliçeyi hatırlatan bir prens tarafından yazıldı. Biliyorum babam artık eve gelmeyecek çünkü o son tabloda tahtın arkasında kendi portresi asılı. Son tablo da annemde çünkü bu tablolar Kraliçesiz bir Kral olan babam tarafından yapıldı.