Sakince oturuyorlardı verandada, büyük erkek ve kız kardeşi aynı masada ve biraz ilerideki koltukta da küçük erkek kardeşleri. Hava sıcaktı fakat veranda kuzeye bakıyordu. Ara sıra hafif bir rüzgar esiyor, saçları hafifçe dalgalandırıyordu. Hemen hemen 5 dakikadır baş başa kalmışlardı. Büyük erkek sessizliği bozdu:
— Ee, kazandığın üniversite hangi şehirde?
— Ankara.
— Vay canına, o kadar uzağa mı gideceksin?
Erkek, kız kardeşine baksa da o uzaklara bakıyor; itinayla göz göze gelmemeye dikkat ediyordu. Ve cevap vermedi son dediğine. Konuşmak gereksiz geliyordu ona. Hatta aynı ortamda bulunmak bile gerim gerim geriyordu içini. Sebebi yıllar öncesine dayanıyordu.
— Hangi bölümdü, diyerek yine soru sorup sessiz ortamı istemediğini belli etti erkek.
— Biyoloji, diye sıkılarak cevap verdi kız. Ve ardından "Neden soruyorsun?" diye sordu terslercesine. Ve yıllar boyu içine oturup hiç kalkmayacak bir cevap aldı:
— Ben okuyamadığımdandır belki.
Hiçbir şey diyemedi kız. Demek istedi, hem de çok. Ama o kadar ağır bir şeyin altında ezilmişti ki... O gün orada açılan bir yarayı ölene kadar taşıdı. Olaydan 1 sene sonra kocaman açıldı o yara, içine tuzlar, tuzlu gözyaşları döküldü. Zaman zaman kapanır gibi oldu veya o öyle hissetti veya hissetmek istedi, kendini kandırdı, unutturdu kendine. Peki ne değişti? Yaşanan olay değişmedi, peki ne değişti? Bakış açıları mı? Lanet olsun ki olayları değişmiş gibi gösterecek tek şey bu, bakış açısı. Halbuki yaşanan onca şey hiç değişmeden öylece duruyor işte. Erkek, kardeşini yıllarca dövdü. Kız büyüyünce aralarına artık görünebilecek kadar büyük, devasa bir duvar ördü; erkek bunu hep fark etti, belki pişman oldu ama hiç özür dilemedi ve kız onunla hiç konuşmak istemedi ve böylece bir yaz günü, öğlen onu tersledi. Hepsi birbirine bağlıydı ve bu yaşananlar hiçbir zaman değişmedi.
Bir yıl sonra yine bir yaz günü intihar haberini aldı kız, abisinin. Çok şey düşündü. Çok fazla. En büyük iş insanlarının, bilim insanlarının, en karmaşık paradoksları düşünenlerin düşündüklerinden bile fazla şey düşündü. Ama hiçbir şey değişmedi. Keşke onunla muhabbet etseydim dedi, değişmedi geçmişi. Keşke en sevdiği şarkıyı bilseydim dedi, öğrenemedi. Keşke dertleşseydik dedi, yapamadı. En azından yüzüne bakabilseydim dedi, işte bunu yapabildi nihayetinde, tabutunun içindeyken abisi…