“Ben bu bahçeye envaiçeşit sebze ekeceğim. Ancak hepsi bir anda filizlenecek bir anda koparılmayı bekleyecek. Hadi yemeye başladık ufaktan, cinsine göre bazısı 3 gün bazısı 5 gün dayanacak. Ben bunu bütün bir kış tüketemeyeceksem fazlasını ne yapacağım?” diye sordum. Rençber cevapladı gülümseyerek: “Komşuna vereceksin.” Çok mantıklıydı. Ben de bir tebessüm çaktım ama karşımdakine değil salaklığıma. “E peki…” dedim. “Benim emeğim ne olacak? Binbir uğraş ile ektim onları, binbir uğraş ile büyüttüm?” “Sen değil…” diye araya girdi, aldırmadım: “Neyse ne… Yiyeceğimi yedim, çürüyecek olanı komşuma verdim. Ya peki ben ne yiyeceğim?” Sorduğum soru yine tebessüme layık görüldü. “Herkesin toprağı başka bir zaman dilimine göre çalışır. Bu sefer de komşun sana verecek.” E bu da mantıklı. “O halde son soru, zor soru: Yedik içtik, komşularla helalleştik; herkeste bitince ne olacak?” Elini omzuma koydu. Zorlanmış gibiydi, derince bir nefesle beraber cevap verdi: “Yemeyeceksin.”
Hayat arkadaşını, yoldaşını elleri ile toprağa veren adama baktım uzunca. Gencecik bir evladı ile kalmıştı dünya zindanında. Yazın yağan yağmurlar misali bir anda sağanak boşalıyordu gözlerinden, aynı süratle güneş açıyordu çehresinde. Neyin nesiydi bu hal, anlamaya çalışıyordum. Kaç kere gömdüm hayalimde sevdiceğimi, kaç kere gömüldüm hüzün toprağına. Fayda etmedi onu anlamaya. Sordum usulca eğilip kulağına: “Nasıl oluyor bu? Bu nasıl bir mukavemet keder rüzgarına?” İki damla aktı toprağa, sadece iki. “Zorundayım.” dedi. “Evladım için…” Yağmur şiddetini artırdı.
Tadımlık gelmişiz dünyaya. Hepsinden biraz… Yazın güneşi iliğimizi kemiğimizi tam ısıtmışken sonbahar rüzgarları vuruyor terlemiş bedenimize. Sonbahar haberci… Kış çetin geçecek, belli. Dayanıyor kapıya karıyla çamuruyla birden. Atkı mı taksam, yok yok bot giyeyim, mont mu giysem yoksa kot mu demeye kalmıyor ilkbahar uyanıyor; çiçekleri, börtü böceği takmış koluna. Derken yine yaz, yine sonbahar ve kış… Mevzu bahis bahçeye ektiğim sebzeler misal… Ben doğup büyüdüğüm büyük şehirlerdeki tükenmeyişe alışmışım. Toprak ise stokçuluğa müsaade etmiyor. “Bitmek” diye bir kanunu var, çok uzak olduğumuz. Neyi ikram ediyorsa bağrından koparıp; geri istiyor hepsini çerine çöpüne kadar. Canları da öyle… Bize ise “zorunda olmak” kalıyor yokluğa, yokluğuna katlanmaya. Bazen yaşamak için bazen yaşatmak… “Ölüyoruz, demek ki yaşanılacak."