kendi hayatının başrol fırsatını kaçırdığında artık çok geçti. hayatının bilmem kaçıncı bölümünü oynayabilirdi fakat hiçbir şeyin başı olmadığı gibi, bir türlü de herhangi bir şeyin sonu dahi olamıyordu. yeni bir güne uyanmak için ihtiyacı olan tüm hisler ondan uzaklaştığına emin olduğu günden beridir yüzünde kalın bir deri tabakası ve alnında öne doğru uzanan sanki bir a4 kağıdın yanlışlıkla buruşturulmuş hali duruyordu. çoğu zaman içinden ettiği küfürleri, insanların yüzlerine doğru yalandan bir gülümseme eşliğinde merhabaya çevirip yeni sahiplerine iletiyordu. sabahları sakin, öğlenleri sinirli, geceleri serkeş ve uykusunda hep yalnızdı.


bir sabah ne olduysa oldu ve uyanmak için gizemli bir his onu yaka-paça çekiştirmeye başladı. çoğu geceler olduğu gibi bu gece de birden uyku apnesi ile yatağından fırladı ve aynaya bakarken nefes alışverişinin geri gelmesini bekledi. bir terslik vardı çünkü diğer geceler olduğu gibi biraz bekledikten sonra yeniden nefes almaya başlayan ağzı bir türlü o nefesi alamıyor ve öylece aynaya doğru açık bir ağızla bekliyordu.


karanlığın dilini koparıp, içi boşalan geceyi cebine tıkıştırmış ve koşar adım rüyasının kapısına dayanmış, tak tak tak!


sabah olmuş uyanmış, rüya mı gerçek mi hala ayamamış. yüzünde yastığın izi, yerde dün geceden yazdığı şiir defteri.


gülüşü çoktan terk etmiş çukur tuttuğu yeri

düşün içinde hüznü

ve aynada kim bilir

kaç kayıp mevsimin soğuk yüzü

adı tahsin, yaşı kırk bir

artık istese de yalandan gülümseyemezmiş.