Dükkandan çıktı. Kapıyı iki kez kilitledi, dükkanın önüne sermiş olduğu ve silinmekten bazı parçalarının kopan kahverengi paspasa tekrar ayakkabılarını sıkı sıkı sürttü. Anahtarını bel çantasının fermuarlı kısmına koyduktan sonra sağ ayağının ucuyla arkasına döndü ve bulunduğu binanın dış kapısına yöneldi. Bel çantasının büyük gözünü açtı ve içerisinden bir peçete çıkardı. Bu peçeteyle dış kapının kolunu tuttu ve kapıyı yavaşça açtı. Kapının sesi daha az çıksın diye sürülen yağlar asla işe yaramıyordu. Anca bu kapıyı daha kirli hâle getiriyordu. Sanki bu kirlilik kapının daha büyük çığlıklar atmasına sebep oluyordu. Kapının kirli camlarına değme korkusuyla hızla dışarı adım attı. Kapıyı yavaşça kapattı. Elindeki peçeteyi kapının kolunda bulunan kır iç kısımda kalacak şekilde üç parçaya katladı. Çöp kutusuna yöneldi ve çöp kutusundan biraz uzak kalacak şekilde peçeteyi fırlattı. Daha sonra caddede yürümeye başladı. Havada tuhaf bir sıcaklık ve nem vardı. Yağmurun yağma ihtimali adımlarını hızlandırdı. Caddedeki hiçbir dükkana bakmadan ilerliyordu. Birden durdu. Dükkanda bilgisayar masasının karşısında duran tezgahtaki kahve makinesinin fişi takılı mı kalmıştı? Yok hayır. Yedi kez kontrol etmişti. Ama ya takılı kaldıysa? Hava da yağmurlu ya takılı kaldıysa ve yağmur yüzünden binanın şarteli atıp makineyi bozarsa? Ya kıvılcım çıkıp yangına sebep olsa? Peki kahve makinesinin hemen yanında yer alan rafta sıralanmış bardakların üçüncüsü yeşil olan mıydı? Hemen aklına getirmeye çalıştı. Evet, tekrar tekrar düşündü. Bardakları sırayla yıkayıp kurulamış ve dizmişti. Önce mavi sonra pembe sonra yeşil sonra sarı olmalıydı. Ama ya üçüncüye yeşil olan bardağı yerleştirmemişse? Yeşil rengi üç sayısıyla eşti onun için. Eğer yeşil bardak üçüncü sırada değilse kesinlikle kötü bir şey olurdu. Bu kaygılar zihnini kapkara bulutlarla kaplamışken gökyüzü de kapkara bulutlarla kaplanmıştı. Birden yağmaya başlayan yağmurla irkildi. Yağmurun yağdığını fark edince hemen geri döndü ve dükkanının yer aldığı binaya yöneldi. Hızlı adımlarla dükkana yürümeye başladı. Kafasında kahve makinesi ve yeşil bardak vardı. Peki ya dükkanın balkon kapısını kapatmadıysa? Hava da çok yağıyor. Ya içeriye su dolarsa, dolan su dükkana yeni yapılan kahverengi parkeleri kaldırırsa, ya içeriye dolan su pencerenin hemen yanındaki bilgisayara gelse? Bilgisayar bozulur da işlerini yapamazsa? Bu ihtimaller zinciri artık koşmaya başlamasına sebep olmuştu. Koşarak dükkana gitti. Bel çantasını açtı, peçete çıkartıp dış kapıyı açtı. Koşarak altıncı kattaki dükkanına çıkmaya başladı. Yağmurlu havada asansöre binecek kadar kafayı yememişti. Nefes nefese kapıya geldi. Hemen bel çantasının ön gözündeki anahtarı çıkarttı ve ayaklarını paspasa sert bir şekilde sürterek zavallı paspasın bir parçasını daha koparttı. Kapıyı açar açmaz koşar adımlarla içeri girdi. Balkona baktı. Kapı kapalıydı. Hatta iki kez kilitlenmişti. Kahve makinesine baktı. Fişi takılı değildi. Kahve makinesinin karşısındaki rafa baktı. Üçüncü sırada yeşil bardak vardı. Derin bir nefes aldı. Her şey yerli yerinde ve düzgündü. Ama artık çok yorulmuştu. Çünkü bu anlatılan döngünün yedinci tekrarıydı. Yedi kez dükkanı kontrol etmek için gelmişti. Yedi kez caddenin aynı yerinden dönüp her şeyi kontrol etmişti. Ama bunları tekrar yapmak için gücü yoktu. Olduğu yere çökmemek için kendini zor tutuyordu. Balkona gitmeye karar verdi. Yavaşça kapıyı açtı ve balkona çıktı. Yağmur hafif hafif yağıyordu. Balkondaki siyah koltuğa oturdu. Ceketinin iç cebinden çıkarttığı sigara paketini inceledi. Her gün sekiz tane sigara içerdi. Paketin içindeki sigaraları defalarca kez saydı ve elindeki sigaranın yedinci sigara olduğundan emin olduktan sonra yavaşça sigarasını yaktı. Arkasına yaslandı ve caddenin sesini dinlemeye başladı. Yan binanın altında yer alan ve gençlerin uğrak noktası olan mini bar yeni açılmıştı. Mekanın genç şarkıcıları gecenin şarkılarını çalmaya başlamıştı. Bu mekanın tam yanında yer alan eski aile apartmanının sakinleri ise gelen gürültülere homurdanmaya başlamıştı. Caddenin diğer tarafındaki binanın altında ise genç çiftlerin ve ailelerin kafa dinlemek için gittiği kafenin sakin müziği duyuluyordu. Kafenin hemen önünde gün içerisinde hep kovulmasına rağmen her saat başı tekrar aynı noktaya gelip peçete satan yaşlı bir kadın vardı. Peçetelerini hep bu yaşlı kadından alırdı. Yaşlı kadın tekrar bu kafenin önünden kovulmuştu ve onun hoyrat bağırışları caddede yankılanıyordu. Bunların hepsini dinlerken sigarasının son damlasını da içine çekti ve küllüğünü koltuğun kenarındaki masaya koydu. Ya küllük yere düşerse? Ya sigarayı tam söndüremediyse ve kıvılcım çıkarsa? Ya küllüğün yere düşmesi sırasında çıkan ses onu çok korkutsa ve bu korkudan ona bir şey olursa? Ya küllük yere düşerken hiç ses çıkartmazsa ve fark etmeden ayakkabısıyla bu isli zemine basıp ayakkabılarını kirletirse? Bu karmaşık düşünceler kalp atışını hızlandırıp migrenini tetiklemişti. Yerinden kalkmak istiyordu ama bir güç onun hareket edememesine sebep oluyordu. Hızla doğrulmak istedi ama yapamadı. Bacaklarında onu kaldıracak güç yoktu. Koltuğun kenarlarına tutunarak kalkmak istedi ama uyuşan kollarının bunu yapmaya gücü yoktu. Kalp atışı hızlanıyordu. Bu hayatta en çok korktuğu şey başına gelmişti. Bu takıntı döngüsü onu içine hapsetmişti ve çıkmasına engel oluyordu. Nefesi hızlandı, kalbi yerinden çıkacak kadar hızlı atıyor ve başı çatlayacak kadar çok ağrıyordu. Kalbi sanki bir koşu yarışının son aşamasında kırmızı çizgiyi görmüş olan koşucunun kalbi gibi atıyordu. Atmak istediği çığlıklar sonsuz bir boşlukta yitip gidiyordu. Tüm bunlar olurken birden gözlerini açtı. Yatağındaydı. Bu rüyayı yedinci görüşüydü. Ama tüm döngüler sekiz kez yaşanmadan bitemezdi.
Takıntı ve 8
Yayınlandı