"Öleceksiniz metal yığınları!"

 Alevlerin arasından elinde ağır bir silahla siyah uzun saçlı, yarı çıplak kaslı bir adam çıkıyor. Etrafında robotlar beliriyor. Makinenin düğmesine basıyor. Güçlü bir ses dalgası yayılıyor. Robotların hepsi çıldırıp yere düşüyor. Sarı saçlı bir kadın beliriyor.

 "Oh, komutan! Başardınız! Dünyayı kurtardınız!"

 Öpüşüyorlar.

 KATİL ROBOTLAR 7

 Jenerik akmaya başlıyor.

Click!

 Kumandayı sehpaya koyup kollarını açarak esnedi. Ayağa kalkıp eşofmanını karnına doğru çekerken şöyle bir odaya baktı. Gözü ekranında bir aksiyon oyunu açık olan bilgisayara takıldı. Bilgisayara bakarak kafasını salladı.

 "Hayır, hayır, hayır. Şimdi değil, şimdi değil."

 Hızla dönüp rafa yürüdü. Raftan bir çizgi roman çekti. Rafın yanındaki tekli koltuğa oturup okumaya başladı. Biraz sonra öfleye püfleye kapattı. Gözlerini ovaladı.

 "Koca ekrana iki saat bakarsan böyle olur işte. Başın ağrır."

 Gözü tekrar bilgisayar ekranına takıldı. Kafasını sallayıp hızla ayağa kalktı. Sehpadan telefonunu alıp koltuğa oturdu. Twitter'da gezinmeye başladı. Ana sayfa amblemine tıklayıp üste çıktı. Yeni "tweet"lere bakmaya başladı. Daha onlar bitmeden ana sayfa amblemine tekrar tıklayıp üste çıktı ve okumaya başladı. Sonra Instagram'a girdi. Onun attığı fotoğraflara, şunun attığı hikayelere, mizah sayfalarına baktı. Sonra telefonu sehpaya koyup rafa yöneldi. Raftan bir kitap alıp tekli koltuğa oturdu. İki-üç sayfa okumuşken gözü bilgisayar ekranına takıldı. Kitabı kapattı. Bilgisayara doğru yürümeye başladı.

 Kapı çaldı. Derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı açtı.

 "Abi! Günaydın!"

 Kapıdaki ayakkabılarını soyarak içeri girdi.

 "Ne günaydını, öğlen oldu."

 "Sen uyumuyorsun. Uyusan günaydın olacak. Yani şu yaşına geldin, postane memurusun, bir hafta sonun var. Onda da erken kalkıyorsun."

 "Üç yaşımdan beri böyleyim ben. Uyuyamam o kadar saat.

 " On ikide yat, gece üçte kalk. Yat beşte kalk. Sonra sekizde kalk, Sonra onda kalk. Böyle uyku mu olur be? Bu nasıl uyku? Nöbet mi tutuyorsun ne?"

 "Hasan."

 "Ne?"

 Abisinin bakışlarını görünce sustu. Gözü bilgisayar ekranına kaydı.

 "Aaaa! Ne ara aldın sen bu oyunu ya!"

 "Oldu baya."

 "Bir el atayım mı be?"

 "Sen de al."

 Hasan bilgisayarın karşısındaki sandalyeye oturdu.

 "E var sende işte. Girerim hesabına yüklerim."

 "Beleşçilik yapma! Beleşçilik yapma! Neyse sen buraya niye geldin? Pazar günü binip otobüse kızların yanına giderdin sen ne oldu? Hayırdır?"

 "İşte tam üstüne bastın. Otobüsle gitmemek için geldim."

 Abisi anlamamış gibi kafayı salladı.

 "Ne? Ben mi bırakayım?"

 "Hayır. Beni arabayla bırakma. Bana araba sürmeyi öğret."

 "Ne? Nereden çıktı şimdi bu?"

 "Araba almaya karar verdim."

 "Hayatta bakımını filan yapamazsın sen. O araba bir köşede ölümü bekler."

 "Yok, kararlıyım. Alacağım."

 "İyi de arabadan filan da anlamazsın sen."

 "Anlarım ya! Neden alamayayım!"

 "Şaft ne?"

 Hasan dondu kaldı.

 "Şey..."

 Ayağa kalktı.

 "Konumuz bu değil ya! Şimdi sen öğretecek misin, öğretmeyecek misin?"

“Öğretmem. Git başkasını bul. Arabam gaddar biri tarafından parçalanmak için fazla genç. Olmaz.”

“Olmaz mı? Ama…” derken yüzünü üzgün bir ifade aldı. “Ama rahmetli anacığım ne demişti?” Bir elini havaya kaldırdı. “Birbirinize her anlamda yardım edin dememiş miydi?

 Sana, kardeşine sahip çık dememiş miydi? Söyle! Hadi itiraf et.”

Abisi tavana baktı. Derin bir iç çekti.

“Salaksın sen.”

Kardeşinin yüzünü şaşkın bir ifade aldı.

 "Tamam. Üstümü değiştirip geliyorum."

***

 Apartmanın 2 sokak arkasındaki sakin yolda Hasan direksiyon koltuğunda, Abisi yan koltukta yavaşça gidiyorlardı. Hasan hem gülerek abisine bakıyor hem de yola bakmaya çalışıyordu.

 "Önüne bak, önüne!"

 "Tamam, tamam. Nasılım ama? Çözmüş müyüm işi?"

 "Eh, idare eder."

 Hasan elini kaldırdı.

 "Bırak ya! Çözdüm işi işte. Bak, biraz hızlanalım."

 Gaza bastı. Abisinin gözleri açıldı.

 "Dur! Yavaş!"

 Hasan daha da bastı. Sonra birden toparlayamaz hale geldi.

"Abi ne oluyor ya?!"

 "Frene bas, frene! Frene!"

 Derken park halindeki bir araca çarptı.

 İkisi donup kaldı. Hasan camdan öndeki aracın tamponuna bakmaya çalıştı.

 "Aaaa? Ne oldu ya?"

 "Ne mi oldu? Elinin körü oldu! Çarptın! Ne olacak?"

 Arabadan inip arabalara baktılar. Öndeki arabanın tamponu komple kendi arabalarının önüne girmişti. Öndeki arabanın farları da kırılmıştı.

 "O kadar gaza basma dedim sana! Basma! Basma işte! Kaç gündür kullanıyorsun şu arabayı? Basılır mı öyle? Basılır mı?"

 "Tamam abi, dur."

 "Ne dur? Ne dur?"

 Derken ince ama gürültülü bir ses duyuldu.

 "Arabama ne yaptınız?"

 Kısa boylu bir adam elindeki poşetleri ere düşürdü. İki arabanın çarpışan tamponlarına baktı. 

 "Arabam! Tamponum! Ne yaptınız arabama? 

Önünüze baksanıza!”

 Hızla kardeşine baktı.

 “Al işte! Sahibi de geldi!”

 Adam dizüstü yere düştü. Perişan bir hali vardı.

 “Arabam! Arabam! Gitti! Gitti1 Daha yeniydi. Sıfırdı kızım. Önünüze baksanıza ya!”

 Abi, adamı sakinleştirebilmek için adamın omuzlarına dokundu.

 “Be- Beyefendi. Lütfen sakin olun. Bütün masraf— ”

 Adam birden öfkeyle ayağa fırladı.

 “Polisi arıyorum! Polis!”

 Cebinden telefonun çıkardı.

 “Polis… Polis… Şimdi görürsünüz siz!”

 Abi telaşla adamı engellemeye çalıştı.

 “Beyefendi hayır! Durun, lütfen. Polisi karıştırmayalım. Arabanızı yaptıracağız. Polislik bir şey yok. Lütfen, aramızda anlaşabiliriz. Onları çağırmanıza gerek yok, lütfen…”

 Adam numaraları tuşlarken hızla abiye döndü.

 “Ne anlaşması? Anlaşmaymış! Şimdi görürsünüz siz anlaşmayı!”

 “Beyefendi, polis ne yapacak, Allah aşkına? Kaza olmuş. Tutanak filan tutacaklar. Sonra da dava filan, uzlaşma. Gerek yok bunlara. Aramızda anlaşabiliriz.”

 Adam tuşlamayı bıraktı.

 “Arabayı hanginiz sürüyordu?”

 Tam abi cevaplayacakken kardeşi atıldı.

 “Ben!”

 Birden abinin gözleri açıldı. Öfkeyle bağırdı.

 “Ben sürüyordum arabayı!”

 Adama döndü.

 “Beyefendi, kardeşim şizofrendir. Arabayı o sürdü sanıyor. Panikledi garibim. Ben sürüyordum arabayı. “

 Adam kardeşe döndü.

 “Ehliyetin var mı senin?”

 Kardeş şaşkınlıkla cevapladı.

 “Yok.”

 Abi birden parladı.

 “Sussana sen! Ne konuşuyorsun sen ya? Ne yapıyorsun sen? Amacın ne senin? Amacın ne?”

 Adam telefonu kulağına koydu.

 “Polisi arıyorum. Şimdi görürsünüz siz!”

 Abi adama döndü.

 “Beyefendi, bakın polise falan gerek yok. Aramızda hallederiz. Ne kadar sanayi masrafınız varsa ben ödeyeceğim. Lütfen, polisin zahmet etmesine gerek yok!

 Adam başparmağını kaldırdı.

 “Hayır, efendim! Ehliyetsiz araba kullanmanın cezası var! Cezasını çekecek o! Çekecek! Öyle her yerde araba süremezsiniz efendim! Yok öyle bir dünya!”

 “Evet, beyefendi. Haklısınız ama oldu bir kere. Lütfen affedin. Arabanızı sanayiye çektirelim. Bütün masrafınız falan neyse halledelim.”

 “Onu zaten halledeceksiniz! Arabamı sapasağlam edeceksiniz! Ama ayriyeten o da cezasını çekecek. Parayı ödesin de aklı başına gelsin! Sizi kendini bilmez serseriler sizi!”

 Abinin gözü döndü. Kıpkırmızı oldu. Birden adamın boğazına yapıştı.

 “Ne laf anlamaz adamsın ulan! Ödeyeceğiz diyoruz! Ödeyeceğiz!”

 Kardeş adamı abisinden kurtarmaya çalıştı.

 “Abi, sakin ol!”

 “Sus sen! Sus!”

Bir yandan da adam telefonda bağırmaya çalışıyordu.

 “Poliiiss! Polliiğğ! Poliiğğsss! İmdaat! Heeelppp! Heeelğğpp!”

 Derken abi adama sert bir kafa attı.

 “Abi, ne yaptın sen?!”


 Abi ile kardeşi karakolda ifade veriyorlardı. Abi gömleği kan içinde oturuyor, kardeşi de kafasına buz tutuyordu. Abi arada bir kardeşine ters bir şekilde bakıyor, kardeşi de korkarak kafasını çeviriyordu. Kafa attığı adam burnuna pansuman yapılmış, kanlar içinde hem uzun boylu, uzun at kuyruğu yapılmış kumral saçlı gençten kadın polise ifade veriyor, hem de abi kardeşe çemkiriyordu.

 “Arabamı ne hale getirmişler memur hanım! Bir görseniz! Ehliyeti de yokmuş arabayı sürenin. Yahu bilmiyor madem, ne veriyorsun arabayı? Verme! Sonra olan sizin, benim gibi halka oluyor, memur hanım!”

 Memur Hanım hem adamın ifadesini yazıyor hem de gülümsüyordu. Arada bir kardeşi kafasına buz tutan abiyi süzüyordu. Abi bunu fark etmişti. Memnundu. Daha bu sandalyeye oturduğu ilk andan itibaren biraz yumuşamıştı. Memur Hanım pek güzeldi. Kibarlığıyla da gönlünü kazanmıştı. “İşte evleneceğim kadın.” diye geçirmeye başlamıştı içinden.”

 “İkisinden de davacıyım! Arabama yaptıklarını burunlarından fitil fitil getireceğim!”

 Abi öfkeyle kalkmaya çalıştı.

 “Hay ben senin şimdi!”

 Derken memur hanımdan çekinip yerine oturdu. Memur hanım alttan alttan güldü.

“Beyefendi, sakin olun. İfadeniz tamamlandı. Gidebilirsiniz.”

 “Eee? Bunlar ne olacak?”

 “Onlar da gidecekler.”

 “Olamaz! Davacıyım!”

 Adam ve polis komiser arasında süren uzun konuşmalardan sonra adam uzlaşmaya razı olmuş, abi ve kardeşi karakoldan çıkmışlardı. Karakolun önünden yavaş yavaş ilerliyorlardı. Abi hala öfkeliydi.

 “Şu hale bak! Ne güzel evimde oturuyordum! Pazar pazar şu olana bak! Ödeyeceksin ulan trafik cezasını! Ne yapıp edip ödeyeceksin!”

 Kardeşi abisinden çok korkuyordu. Çekinerek “E-evet.” diyebildi.

 Derken bir araba önlerinde durdu. Camı açıldı. Arabayı süren az önce ifadelerini alan kadın polisti.

 “Merhaba, buyurun, gelin sizi gideceğiniz yere kadar bırakayım.”

 Abinin yüzü gülmüştü.

 “Şey- Yok, zahmet vermeyelim. Sağ olun”

 “Hayır, lütfen. Ne zahmeti? Gelin de bırakayım.” 

 Abi istemeyerek biniyormuş gibi yaparak öne oturdu. Kardeşi de arkaya geçti. İlerlemeye başladılar.

 Memur hanım camını açmış, içeriye rüzgar giriyordu. Karakolda at kuyruğu olan saçlarını açmış, rüzgarda salınıyordu. Üstünde kendisine çok yakışan mavi bir gömlek vardı. Abi sanki büyülenmiş gibiydi.

 “Zahmet verdik size de…”

 “Lütfen, rica ederim. Sizi nereye bırakayım?”

 Abi:

 “Önce kardeşimi evine bırakalım. Sonra da beni bırakırsınız. Olur mu?”

 Memur Hanım gülümsedi.

 “Tabii ki…”

 Sonra ekledi.

 “Geçmiş olsun. Karşı tarafın arabasındaki hasar ne kadar?”

 “Çok büyük değil. Ben ödeyecektim zaten. Polis falan gerek yoktu. Dedim ben çekelim sanayiye diye. Yok efendim kardeşinin ehliyeti yok. Yok efendim ne yaptınız arabama. Cezasını çekeceksiniz. Yahu ne yaptık arabana? Tamponuna çarptık. Çekeceğiz sanayiye halledeceğiz. Ulan Kâmil! Ulan Kâmil! Bir sürü iş açtın başımıza! Yarın tekrar o adamın çenesini çekeceğim!”

 Memur hanım gülümsedi.

 “Geçmiş olsun. Hallolur. Merak etmeyin.”

 Abi:

 “Pardon, polis beyler seslenirlerken duydu. Adınız Filiz idi, değil mi?”

 “Evet, sizin adınız?”

 “Ahmet, ben. Köprünün oradaki postanede çalışıyorum.”

 “Aaa, ikimiz de memuruz. Memnun oldum.”

 Abi güldü.

 “Ama sizin işiniz daha zor. Her an tehlike altındasınız.”

 “Evet, öyle. Ama ne yaparsın işte, seviyorum polisliği. O üniformayı giyinmeden, silahlara dokunmadan duramam. Bakın, şu an üstümde değillerken ne kadar rahatsızım. Normalde eve giderken falan çıkarmam ama bugün sizi görünce acele ede---“

 Birden sustu. Utanmıştı. Kıpkırmızı oldu. Dosdoğru yola baktı. Ahmet anlamıştı. Hiç üstüne gitmedi. Kâmil evine bırakana kadar konuşmadılar. Kamil apartmandan içeri girerken arkasından bağırdı.

 “Yarın git cezanı öde! Sonra da sanayiye gel! Yaptır tamponu!”

 Araba ilerledi.

 “Pazar pazar bana şu yaptığına bakın ya… Ne güzel evimde oturmuş, film izliyordum.”

 “Aaa, hangi film?”

 “Katil Robotlar 7”

 Filiz heyecanla Ahmet’e baktı.

 “Aaa! Ben de çok severim o seriyi! Ah, Kleaton. Nasıl da dalmıştı o robot ordusunun arasına?”

 Ahmet çok mutlu olmuştu.

 “Adamım benim! Çok severdim onu. Robotların lideri onu öldürünce çok üzülmüştüm!”

 Filiz dudağını büzdü.

 “Sinemada izlemiştim. Gözlerim dolmuştu. Yerimde duramıyordum sinirden.”

 “Sinemada mı?”

“Evet, bütün seriyi sinemada izledim. Düzenli olarak ayda 2 kez de sinemaya giderim.”

 “Ben genelde evde izlerim. Konsol veya internet platformlarından. Ne tür filmler seversiniz?”   

 “Genellikle bilimkurgu. Görsel efektleri çok seviyorum. Özellikle de çizgi roman uyarlaması olanlarını. Onun dışında aksiyon ve romantik. Aksiyonda favorim John Wick, romantik ise Five to Seven.”

 Filiz derin bir iç çekti.

“Five to Seven mı? Ah, bayım, bu ne güzel bir tesadüf böyle! Five to Seven izlemiş birisini bulmak, Suits izleyen birisini bulmaktan daha zor.”

 Ahmet heyecanla konuştu:

 “Ah, o son sahne!”

 Aynı anda “O son sahnede kalbimin yarısı duruyor.” Dediler. Şaşırarak birbirlerine baktılar ve güldüler. Filiz koltukta doğrularak arabayı sürmeye devam etti. Ahmet camdan biraz dışarıyı izledi. Biraz sonra Filiz bulut bağlantısıyla telefonundan Goosebumps şarkısını açtı.

 Ahmet Filiz’e döndü.

 “Vay, Meghan Trainor.

 “Sever misiniz?”

 “Birincisi, lütfen, bana adımla hitap ettin. Üniformanız yokken resmiyetinizi kabul edemem. Ve ikincisi, bilmediğim şarkısı yoktur. Siz?”

 “O zaman lütfen siz de veznede değilken bana siz demeyin. Meghan Trainor dinlemeden uyumam ben.”

 Ahmet şaşkındı. 7 milyarlık dünyada, 85 milyonluk ülkede, Five to Seven izlemiş birisini bulmak veya Meghan Trainor hayranı birini bulmak… Evet, bu kolay gibi görünebilirdi. Onlar insanlar izlesin ve dinlesin diye varlardı. Ama ayı anda ikisini birden bulmak, hem de yaşadığı saçma olaylardan sonra, mucize gibi geliyordu.

 Apartmanın önüne geldiler. Ahmet arabadan inerken Filiz’e döndü.

 “Şey… Gelip bir kahve içmek ister misiniz?”

 “Teşekkür ederim. Zahmet vermeyeyim.”

 “Ne zahmeti? Lütfen. Beni buraya kadar bıraktınız. Bir tür teşekkür olarak düşünün.”

 “Peki, o zaman.”

 Ahmet içinden “Evet! Evet! Evet! Evet!” diye bağırıyordu. Çok mutluydu.


 Ahmet kahve yaparken Filiz odayı inceliyordu. Gözü kitaplığa takıldı. Bir kitap çekti. Açtı. Kitap ortasından bir yere ir ayraç konmuştu. Biraz inceleyip bıraktı. Başka bir kitap çekti. Onun da başında bir yere bir kitap ayracı konmuştu. Başka bir tane daha çekti. Onda da kitap ayracı vardı. Kitapları yerine koydu. Sonra sehpada açık duran laptopu gördü. Ekranda bir dizi izleme platformunun sitesi açıktı. Laptopa doğru eğildi. Ekranda bir sürü yarısı izlenip bırakılmış diziler ve filmler vardı. “Tüketim çılgınlığı” diye düşündü. Tam bilgisayar yönelirken elinde kahvelerle Ahmet geldi.

 “Dediğin gibi sade.” “Teşekkür ederim.”

 Oturdular. Filiz laptopu gösterdi. “Beğenemiyorsun, sanırım?”

 “Ah, evet. Aslında beğenememe değil. Çoğu çok güzel diziler ve filmler. Ama benim bir türlü devam edesim gelmiyor. Sezon ve ölüm sayıları gözümde çok büyütüyorum. Sonra da az sezonlu dizileri izleyeyim derken diğerleri aklıma geliyor. Onları da izleyeyim biterler bir şekilde derken bitiremeden başka dizi. Sonra da arada film izleyeyim diyorum. Onları da izlerken uyuya kalıyorum. Sonra da unutuyorum gidiyor.”

 Elif anladığını belirtir bir şekilde kafa salladı.

 “Bende de oluyordu. Mesele tek bir diziye odaklanmak. Liste yapmak ve birinden başlamak. Önce sevdiğin türde bir dizi seçmek. Sonra da sezon sayısı falan düşünmeden izlemeye başlamak. Bir günde izleyebildiğin kadar bölü izle, uyu ve ertesi gün devam et. Bu şekilde.”

 Ahmet evet şeklinde kafasını salladı.

 Elif kitaplığı gösterdi.

 “Kitapları inceledim. Çoğunu da yarım bırakmışsın. Bu da aynı devam sorunu mu?”

 Ahmet biraz utanmıştı.

 “Evet.”

 “Bu sorunu çözmek için bir teklifim var.”

 Ahmet’in omzuna dokundu.

 “Bu kahveye teşekkür olarak önümüzdeki hafta sonu seni evime davet ediyorum. Gel hem kahve içeriz hem de karşılıklı kitap okuruz. Sonra da belki film izleriz.”

 Ahmet mutlu olmuştu. Belli etmemeye çalışarak…

 “Şey… Tabii, olur.”

 Filiz mutluluktan uçacak gibiydi. Derin bir iç çekerek koltuğa yaslandı.

 Ahmet kahveye bakmaya çalışarak gülümsüyordu.

 “Ulan Kâmil, affediyorum seni…”