Tam olmak ya da tamamlanmak... İnsanın hem kendinde hem de toplumsal düzenekte kendiliğini bulma uğraşının anlamıdır. Peki gerçekten tam ya da tamam olacak mıyız? Veya yaşamsal serüvenimiz buna izin verecek midir? Bu soruların güdümünde tamlığın ve tamam olmanın ana çeperi nedir? 

Bireysel formun inşası açısından hem zihnen hem de bedenen sağlılık olarak atfedilen yapılanmalara tam diyebilmekteyiz. Peki gerçekten de öyle midir? Birey bilimsel verilerin ışığında tüm sağlık ve tam olma normuna uygunluk gösterse dahi kendini eksi ve yarım hissediyorsa ona tam ve tamam olmuş deme cürretini bize sunan bili; tikel bağıntıda buna hayır demeyi vaz ediyorsa; kişi tamlığını ve eksiksizliğini kabul etmiyorsa bireye tam ve tamam demek ne kadar gerçeldir.

Toplumsal dizayn yörüngesinden tam ve tamam olmaya yaklatığımızda karşımıza çıkan sav ve önergeler toplumun dinamiklerine uygunluk ve uyum göstermek olarak anlamdıralbilir. Peki toplumsal norm olarak varsaydığımız eklemler küçük gruplar halinde toplum olma denklemini sağlayanlar bağıntısında toplumun genel koşul ve kurallarına uyumsuzluğunu var ediyorsa o zaman toplum dediğimiz iklimde kendi içinde bütünlüğün amacını yok edecek dominlere ve donelere sahip diyebilmekteyiz.

Sonuç olarak; eksiksiz ve tamlık hüvviyetini kendini yarım bırakan ve paramparça eden parçalarda bulacaktır. Bu bağlamda tam ve tamam olmanın mümkünlüğü ve imkansızlığı gibi iki siferi doğurarak hem birey hem de toplum bazında tercihlerimizin hükmü altında bizi ya özgür kılacak ya da mahkum edecektir. İşte bu yüzden canlılık senfosi tamamlanmamış bir müziktir. Ve nefes alıyorsak hâlâ o senfoninin notası olma kuvvetiyle direnebilecek gücü göstermeliyiz.