Üşüyorduk, güneşe gebe dünyanın elleri üşüyen çocuklarıydık, aslında hepimiz Adem babamızdan beri biliyorduk şu kavurası güneşin bize yetmeyeceğini, bilerek gelmiştik. Bıraksalar gökyüzünü avuçlarımıza sığdırırdık aslında, dünya vücutlarımıza oranla bir karınca gibi ufalırdı ama çoktan satılmıştı dünya, kiralanmıştı gökyüzü, güneş bile parçalara bölmüştü. Neresiydi insanın insan olduğu ülke? Sanıyorum ki karanlıktan olsa gerek, suratlarımız da isliydi, kabuslardan fırlamış gibiydik, bütün kirliliklere rağmen gülüyorduk, insanlık bir kitabın 255 ölmüştü. Evi tütün kolonyası kokan her babaanne gibi sessizliğe bürünmüştük. Sevmek bile insanın canını yakıyordu. Şu lanetli bedenin sol tarafına adını anar anmaz saplanan her bıçak için suçlanan gene kendimiz değil miydik?

İşte o vakit sessizliğimiz bozuluyordu, tanrıya olan öfkemizden, insanlığımızdan, sevgi denen zehirden içmiş olmaktan hep kendimizi suçluyorduk, işte o zaman güneşin sahibi bile olsak üşüyorduk.