Masaya tek kişilik bir sofra kurmuş, üç kişi doyarak kalkıyoruz. Tabağın hâlâ yarısı dolu ama biz de tıka basa doluyuz, e aynı vücutta üç ayrı mide… İçimdekiler beni yerken ben tabakta kalanları yiyorum. Yedikçe yiyorum, hiç de kilo almıyorum. İçeriden eksildikçe dışarıdan takviye vermeye çalışıyorum işte kendimce. Ben onlarla, onlar benimle savaşıyor. Savaştıkça yeniliyoruz birbirimize. Hepimiz olanlar için birbirimizi suçluyoruz. Ben en çok o ikisini… 44 kiloya düşmüşüm, toplam 9 kiloma mâl olmuşlar. Yine de yetemiyorum. İkiye bölmüşler beni, aralarında da bölüşmüşler. Bir parçamı birisi, diğer parçamı diğeri almış avucunun arasına. Bana kalan tek bir şey bırakmışlar: En gereksiz olan kalbi. Bu iki kişiden birini uzun yıllardır tanıyorum, diğeri ile yeni tanıştık. Sonra onlar aşık olmuş olsa gerek birbirlerine ki beni dahi unutup devam ediyorlar içeride enkaza, sanki ben hiç olmamışım gibi de bir havalar bir havalar! Beynimi ufak ufak parçalara ayırıp her bir parçası ile bildikleri tüm toplu spor dallarını uyguluyorlar. Sarsıntıyı dışarıda hissedip ayaktayken bir anda sağa sola devrildiğim zaman anladım bunu da. Bazen yazıp yazıp çöpe fırlattıkları boktan arşivleri, bazen de benliğimi bir hışımla yumurtayı cama atarmış gibi atıyorlar gözümün önüne önüne böyle. Gözlerimin ışıklarını kapattıkları zaman hemen anlıyorum bunu, içeride yine bozuşmuş benimkiler. Gündüz vakti dahi ışığa gerek yokken kör ediyorlar beni, öyle de felaket olur kavgaları. Benim anlattığım benliklere aşık oldukları halde inkâr ediyorlar; yazdığım her şarkıyı biri bir kulağımdan, diğeri diğer kulağımdan bağıra bağıra söylüyorlar birbirlerine. Kulaklarımdaki çınlama sesleri bir saate yakın sürüyor, üstelik gürültü önleyici özellikleri de var, tamamıyla çınlama sesinden başka bir sesi duyamıyorsun o esnada. Kaliteli yani.

Günün iki saati falan uyanık olduğumu söylüyor bizimkiler. ‘Yahu hiç uyumuyorum ki ben aslında.’ desem de inanmıyorlar. Tabii bilmiyorlar ki ben uyurken içimdeki bu iki bakteri; bilincimi omuzlarından aşağı sarkıtmış, içeride gariban uyanık kalsın diye de basmışlar kafasını suya. Tam boğulacak gibi oluyor, ben kalkıyorum, sonra geri uyuyorum derken yine aynı terane. Böyle uyumak mı olur, soruyorum, Allah aşkına siz söyleyin, olur mu hiç? Bazı geceler onları uyutup öyle uyuyorum, köy hayatı yaşıyorlar sanki ruhumun memleketinde de daha gün ağarmadan ayaklanıyor bunlar. Uyandığımda mutlaka bana kurdukları o pusuya düşmüş oluyorum, en acı travmalarımı ninni diye söyleyip uyuturken kaçtığım ne varsa kurdukları senaryolar eşliğinde başrole beni koyarak uyandırıyorlar. Ne illet şey bu iki varlık arkadaş, herkes bıraktı, gitti, bunlar bırakmıyor. Bazı anlar yalnız kalmayayım diye onları sevmeye başladığımı fark ediyorum.Tam o esnada dayıyorlar ilacı ağzıma. Ulan ne güzel geçmişti kafası…

Birkaç saat sonra başlıyorum “Sevdiğim kaldı içeride, aloooo, karımı alıp çıksaydım bi’ şu kalabalıktan!” diye bağırmaya. Umurlarında bile değil. Alışıyoruz zaten sonrasında birbirimize, hiç yoktan birlikte ölüyoruz. Hem vicdansız değil içimize aldıklarımız gibi, bunlar öldürürken kendilerini de öldürüyor, diğerleri öyle mi? Seni öldürüp üstüne onlar en âlâ şekilde yaşıyor... Bundandır bu ikisini küstürmeden evine yollamaya çalışmam. Evi bilmiş beni, ilk defa birilerini, nasıl çıkarıp atayım şimdi içimden öyle hiç tanışmamışız gibi? Evimin içinde evim var benim, benliğimin içinde benliklerim, beynimin içinde beynim var, kalbimin içinde bir kalbim daha yok ama içimde olan her şeyin cenazesini kaldırdılar sırayla.

Biz üç kişiyiz bu ruhlar âleminde, onlar benim kanser hücrelerim. Her hafta çoğalıyorlar birer birer bu yabancılar. Her yabancıyı da tanıyor oluyorum daha öncesinde. İsimleri de değişir her gün, o gün beni kim üzdüyse onun adıdır adları. Kimi özlediysem o gece, geceden sabaha kadar odur bana sarılan. Kimi sevdiysem onun suretinde oluyorlar bana düşman. Benim onları. Ben ve gerçeklerini inkar ettiğim kafamda yarattığım tüm yoldaşlarım. Dünyamda can verip içimde yaşattığım sevdiklerim… İyisiyle, kötüsüyle ya da dostuyla, düşmanıyla kendim içimde kendimim ben…

Matruşkalarım ve ben Frida Kahlo’nun dediği gibiyiz: “İçimde kırk kadın, kırkı da yabancı. Kırkı da öteki.”