Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) yirminci asrın daha başında, İstanbul'da doğmuş, Türk edebiyatına, Türk akademi hayatına ve Türk şiirine önemli katkılarda bulunmuş şair, edip ve akademisyendir. Onu bugün daha çok romanları, öyküleri ve düzyazıları ile tanıyoruz. Oysa Tanpınar’ın şiire ve bilhassa kendi şiirine verdiği önemi “Şiir, söylemekten ziyade bir susma işidir. İşte o sustuğum şeyleri hikâye ve romanlarımda anlatırım.” demesiyle anlarız. Onun için şiir şüphesiz “mükemmeliyet”, “kusursuz biçim” ve ”yüksek estetik” ile örtüşür. Bu mükemmeliyetçilik ve kusursuzu arayış, Ahmet Haşim’den başlayarak saf şiiri benimseyen bütün şairlerde görülür. Türk edebiyatında “saf şiir” anlayışının ilk ciddi ve önemli yazısı Haşim’in 1921’de Dergâh’da yayınlanan “Şiirde Mânâ ve Vuzuh” başlıklı makalesidir. Zaten Ahmet Haşim, Yahya Kemal’le birlikte, onun üstadı

olarak saydığı iki isimden biridir. Belirtmek gerekir ki Tanpınar, şair olarak daha çok Haşim’e, kültür adamı ve hoca olarak Yahya Kemal’e benzer. Kendisi de bunu bir mektubunda şu sözlerle destekler:

"Yahya Kemal'in üzerimdeki asıl tesiri şiirlerindeki mükemmeliyet fikri ile dil güzelliğidir. Dilin kapısını bize o açtı. Bazıları bu tesiri başka türlü görüyorlar. Hakikatte estetiğimiz ayrıdır. Yalnız millet ve tarih hakkındaki fikirlerimde bu büyük adamın mutlak denecek tesiri vardır."

Tanpınar, diğer bazı şairler gibi müstakil bir poetika yazmadı. Sanat ve şiir görüşlerini makalelerinde ve akademik kitaplarında dile getirdi. Bunlardan ayrı olarak onun şiirine dair en sahih ve samimi bilgileri aldığımız bir diğer kaynak ise meşhur “Antalyalı Genç Kıza Mektup” başlıklı yazıdır.


Tanpınar’ın vefatından sonra ilk kez asistanı Prof. Dr. Ömer Faruk Akün tarafından dile getirilen bu mektubun kime yazıldığı uzun süre tartışma konusu olmuş fakat nihayet 2007 yılında Antalya Lisesi 1961-62, Edebiyat A şubesinden Gönül Tecim adlı öğrencinin, edebiyat hocasının verdiği ödev üzerine Tanpınar’a kendisini, şiir ve sanat görüşlerini tanıtması için bir mektup yazdığı ortaya çıkmıştır. Biz Tanpınar’ın şiir görüşlerinin birçoğunu bu kaynaktan okur ve öğreniriz. Bu mektupta

Tanpınar, gerçek ve modern şiirle asıl tanışmasının Fransız Sembolizmiyle olduğunu “Bende asıl büyük tesir, Fransız şiirinden ve bu, şiirin

Baudelaire - Mallarme -Valery kolundan geliyor.” diyerek belirtir. O şiire büyük bir titizlikle yaklaşır ve estetik zevki önceler. Bu estetik zevkin en büyük yapı taşlarından birisi ise şüphesiz şiirdeki ahenktir. Tanpınar, “Hececi Sembolist” bir şair olarak şiirde iç ve dış ahenge büyük önem vermiştir.

Onun şiirinin temel yapı taşlarını ve anahtar kavramlarını sizler için 6 ana maddede topladım. Bunlar:


1) ZAMAN


“Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.”


Dizelerini ezbere bildiğimiz Tanpınar için “zaman”, kesintisi olmayan bir akıştır. Dün, bugün ve yarın sürekli bir tekrarlanan döngü yaratır. Gündelik hayatta bohem bir hayat süren, bugünü yaşayan şair, şiirlerinde ve yazılarında geçmişe, geçmişteki anılara çok düşkünmüş gibi bir imaj verir. Sadece şiirlerinde değil, yazdığı düzyazı ve hatıralarda da eskiden yaşadığı evlere, çocukluk yıllarına, çocukken gezmiş olduğu farklı farklı ülke ve şehirlere özlem duyduğunu görürüz. Şiirlerinde zaman ve

zaman ile ilgili kavramları sık sık kullanır.


“Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,

Serpilen aydınlıkta dalların arasından

Büyülenmiş bir ceylân gibi bakıyor zaman

Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak.”


2) MÜZİK


Çok iyi bir musikişinas olan Tanpınar, Klasik Türk müziği kadar Batı müziğini de yakından tanır ve dinler. Birbirinden bağımsız ve çok farklı olan bu iki kültürün klasiklerinin karşı taraflar için de değerli olduğunu söyler. Müzik estetiği açısından Şark ile Garp arasında bir sentez, bir ortaklık kurmayı hayal eder. Yani o, Tamburî Cemil Bey’i ve Klasik Türk Müziği’nin yapısını iyi bilen birinin, Beethoven’ı, Mozart’ı ve Klasik Batı Müziği’ni de anlayabileceğini ve rahatça buna ayak uydurabileceğini savunur. Müzik hem ahenk unsuru olarak hem de konu itibarıyla onun şiirlerinde, öykülerinde ve romanlarında oldukça önemlidir. Şiirinde ritim ögelerini oluştururken çok seçici olmasının faydalarını görmüştür.


3) ESTETİK


Bohem bir hayat süren, dostları ve öğrencileri tarafından alay edilen, hem gündelik hayatında hem de hocalık yaparken çok da “derli toplu” olmayan Tanpınar, şiirinde tam tersine mükemmeliyet ve yüksek estetik peşindedir. Bazı şiirleri üzerine aylarca hatta yıllarca kafa yorduğu, şiire uygun tek kelime ya da tek mısrayı bulmak için epey vakit harcadığı bilinir. O estetik anlayışını rüya ve musiki ile bağdaştırır ve asıl estetiğini Valery’yle bulur:


“Asıl estetiğim Valery'yi tanıdıktan sonra 1928-1930 yıllarında teşekkül etti. Bu estetiği veya şiir anlayışını rüya kelimesi ve şuurlu çalışma fikirleri etrafında toplamak mümkündür. Yahut da musiki ve rüya, Valery'nin, velev ki, rüyalarını yazmak isteyen adam bile azami şekilde uyanık olmalıdır, cümlesini, en uyanık bir gayret ve çalışma ile dildeki bir rüya halini kurma, şeklinde değiştirin, benim şiir anlayışım çıkar.”


Tanpınar, duyularının açık olması ve baktığı her şeyde bir güzellik görmeye çalışması açısından tam bir 'estet'tir. O, şiirinde güzellik olgusunu estetik boyutlar çerçevesinde çeşitli düzlemlerde anlatır.

“Onun şiirlerinde, güzel yalnızca hoş olan değildir, aynı zamanda; hayaldir, gizemdir, sonsuzluktur, gecedir.” Onun güzelliği tenhada oluşturduğu fakat sürekli kaybettiği hayaldir.


“Ey şafaktan, sırdan, arzudan hayâl

Yıldızların bize ördüğü masal

Kaç kere yarattım tenhada seni

Beyaz kollarını, sıcak buseni...

Bakışın, gülüşün, neşen ve hüznün

Ay altında bir gül nağmesi yüzün...”


4) RÜYA


Hem şiirlerinde tema olarak rüyayı sıklıkla işlemiştir hem de Freud’un Psikanaliz görüşünün etkisiyle rüyalar büyük önem vermiştir ve yukarıda da belirttiğimiz gibi 'dildeki rüya halini kurma'yı kendi şiir anlayışı olarak görmüştür. Bir değerlendirme yapılsa şüphesiz onun şiirinde en çok geçen kelimelerden biri “rüya”dır. Onun şiirinde büyük etkisi olan “rüya” ve Psikanaliz yöntemi romanlarında, özellikle Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki Doktor Ramiz karakteri üzerinden okuyucuya aktarılır. Hatta iş öyle boyutlara gelir ki Doktor Ramiz, baş karakter Hayri İrdal’a görmesi gereken rüyaların listesini verir ve bunun bir tedavi olduğunu belirtir. Şiirinin temel yapı taşlarından birini oluşturan “rüya” kavramı, onu Freud’a yöneltmiştir.

“Psikanaliz çıktığından beri hemen herkes az çok hastadır.” (SAE, 105.Syf, Dergâh Yay. 12.baskı)

Günlüklerinden, gerçek hayatında da sık sık rüya gördüğü ya da gördüğü rüyaları hatırladığı anlaşılır. Ayrıntılarını da anlattığı bu rüyalarının çoğunlukla kâbus mahiyetinde olduğu görülür. 2 -15 Şubat 1961 tarihli günlük metninde “Hiç olmazsa kendi hayatıma uzaktan olsun dikkatle bakmasını bilsem ve görsem. En büyük eksiğim bu. Rüya şiirde, sanatta güzel olabilir fakat yaşarken. Ne aşağılıktı o gece.”


5) DUYULAR


Tüm büyük şairler gibi Tanpınar’ın da bütün duygularının algı kapısı sonuna kadar açıktır. Her an bir nesneyi, bir bitkiyi, çevresindeki bir olayı beş duyuyla birlikte kavramaya hazırdır. Onun duyuları sadece nesnelere karşı duyarlı değil, insanlara karşı da duyarlıdır sanıyorum. Bunun en güzel örneği, Tanpınar’ın Ahmet Muhip Dıranas’ın şair olma yolundaki etkisidir. Genç bir lise öğrencisi olan Dıranas, kendince şiirler yazmaktadır. O yıl edebiyat hocası Beş Hececiler diye tanımış olduğumuz grubun belki de en önemli isimlerinden biri olan Faruk Nafiz Çamlıbel’dir. Şiirlerini değerlendirmesi için hocası Faruk Nafiz’e götürür Ahmet Muhip. Faruk Nafiz şiirleri değerlendirdikten sonra “Evlat bunları iyi yazmışsın fakat bunlar şiir değil.” der. Daha sonraki yıl lisenin edebiyat hocası değişir ve Faruk Nafiz’in yerine hoca olarak Ahmet Hamdi Tanpınar gelir. Hayal kırıklığına uğrayan Ahmet Muhip Dıranas, şansını bir kez de yeni gelen hocasında denemek ister ve şiirlerini ona da götütür. Ahmet Hamdi Tanpınar şiirleri inceledikten sonra Dıranas’ı yanına çağırır ve onda bir yetenek olduğunu söyler ve ekler: “Sen acilen Fransızca öğren ve Baudelaire oku.”

Ahmet Muhip Dıranas’ın da belirttiği üzere onun şairliğinin iki kısmı vardır, Tanpınar’dan önce ve sonra. Onun sayesinde Fransızcayı öğrenmiş ve Baudelaire’in şiirlerini aslından okumuştur.


6) EŞİK VE TEREDDÜT


Tanpınar bütün yaşamı boyunca Doğu-Batı, roman-şiir, hocalık-şairlik, çalışkanlık- tembellik gibi zıt dünyalar arasında gidip gelmiştir. Hocalık yapmayı çok da sevmediği öğrencilerinin söylemleri ve mektuplarında yazdıklarından da anlaşılmaktadır. Şüphesiz Tanpınar şu an dünyaca bilinen bir isim değilse bunda bu kararsızlıkların ve bir yere odaklanamamanın etkisi büyüktür. On yıl kadar üzerinde

çalıştığı 'Eşik' başlıklı şiirinde bu durumun derin etkisi görülür.


“Bütün ayrılıklar hepsi orada

Bu çıplak, ümitsiz ve saf duada.

Ve bir kadın beyaz, sakin, büyülü

Göğsünde kanıyan bir zaman gülü

Mahzun bakışlarla dinler derinde

Olup olmamanın eşiklerinde.”


Kaynakça;

1. M.Emin ULUDAĞ, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Şiirlerinde Geçen Güzel Kelimesi Üzerine Bir İnceleme, Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 22, 2014.

2. Hatice BİLDİRİCİ, Tanpınar Şiirinde Rüya

3. İnci Enginün; Zeynep Kerman, Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2008, s. 257.



YAZAR: Ali Aydın