Kelimeler evreni, noktayı nereye koyar? Sonun ilk günü karıncalar günü olsun mu? Benliğimin benini hangi şelaleye fırlattım? Hangi kaya idi o tırnağımla kaybolduğum yeri kazıdığım? Dinle. Ruhumun kalbi gurulduyor. Olmadıkça iğneli harfim dalımda, hâlim bir deniz yıldızı, ay kuyruğumun altında. Sormuyorum. Sana doğru eriyorum sadece, bıraktım. Gözlerimi yerinden ışıkla çıkarana kısılıyorum. Yüreğimi avucumun içine bırakana eğiliyorum. Açtığı çukura bir evren koyana ustalaşıyorum. Teslim oldum bütün kılcal yollarına. Dökülür derilerim toz olur havada. Üstüme esen meltemin serimde hiç olur. Belirirsin yüreğin rahminde yeni doğmuş gezegen gibi. Düşen ilk gölgen olur güneşin ayına. Bükersin siyahı, beyaz olur. Tarifin anlam imgesi, zihninin zırhından yarılmış. Merkezimdeki boşluğa zaman açmış. Yatayda dikeyde meridyeninin belinin kıvrıldığı yerdeyim. Sana doğru kanat çırpıp süzülüyorum. Dinle. Ruhumun can suyu geliyor. Doğurmak üzeriyim. Kendimi sende kiraladığım sarı saçlı evim nerede? Rüzgârına konumlanan içgüdüsel istisnalarıma ne oldu? Sabrım bu yaşamda doyduğum aşım mı? Ya öfkem? Benim biricik uslanmaz, uzun bacaklı, kısa kulaklı yaban köpeğim. Kökümü nerede salıyorum can ruhum anlat! Ay'ı bulutlara saklayan saçaklı kubbende mi? Ne muazzam bir yas ki acıya satın aldığım şükürler, yumak oluyor girip çıktığım özünde yutkunurken. Sen olma hazzımın yerine hangi fantezilerim altımıza sızabilir? Çehremi saran taneciklerin görmez mi arzuları mı? Bin yere, bin kere bırakmanla başlar, torf olma hikâyem. Eş zaman düşümüm benim yağmur yağdığım mevsimim, sicim ıslaklığım. Ne muazzam düz renklidir zihnin kısa devresi. Rengin muazzam gölgelerinde büyüyen yosunlar da sen değil misin? Işığa yer açan gölge dansçısı hangi aramdan geçer? Dörtnala koşan siyahım, hangi beyaz bahçende yere yatırır bedenimizi, kuşak olur beline. Köklerim seni sarmalar da bir olmaz mıyız toprağın kokusunun hür dünyasında? 7 parmak karanlıkta hangi sıcak gecemi anlatır menekşenin tohumu eflatundaki ışığa? Renkli nefes alırım bu yüzden ben. Her aldığım nefes verdiğimle ayrılmaz bir çiçek öbeği oluşturur. Birazcık penceresiz canının önünde oturabilir miyim? Yolum düşer mi bulutuna, beni içime aşk ile koymaya? Göğsündeki salıncakla, göğüne sallanmaya. Kıpırdar mı dallarım yaprağımı yerine koymazsan sen? Ya "ben bedeni " görmezse gövdeni, hacmini, hiçliğini... Ya sevgin? Bana hatırlatırken kendimi, bulutlu bir suyun içinde doğmuş leylekler gibi hissettirdiğin sevgin? Can ruhum, canım arkadaşım, koşulsuz köpüren denizim benim. Eksikliğim benim, alfabesi olmayan dilim benim. O benim. Olmayan ifadenim. Kuşburnu mu ki içinde kırmızısını bulamayan? İçine bakamayan püsküllü can kız, gel! Otur yamaca, bak gövdenden aşağıya. Kendi saçlarını kokla, kendi rüzgarını bük çek içine. Yavaşla, öyle ağırlaş ki mısır tanrıçası gibi altından ol, görünmez ol, bırak tutunduğun dalı. Üstüne açılıp taşan kaynağın bile seni bulamasın. Yok ol, kayıp ol, bir ol öylesine derinle ki rotanı daldığın suyun taneleri özünün meyvesine kadar sıçrasın. Sevgiden görünmesin ruhun, yıkanmayasın sakın! Yay her zerrene. Beslen, doyumsuzluğunu doyur, ehlileştir yaban köpeğini, çöz bağından. O da yesin yasak meyveni. Korkunu şimdi tanıştır zıddını yaratana şükranla, korkularınla bak sevginin büyülü aş ocağına, çekme hissinin minik ellerini, yansın ateşin odunu gibi. Gevre, kemik gibi olsun zihin güneşin. Yumuşa, pamuk gibi olsun beden kafesin. Olmayan ol, can kız. Benim alışkanlığım kanımda akan tekâmülüm mü? Bilincimin bahçesinde suya doymuş çürümüş gülde mi? Yolumu yordam ettiğim ikide mi? İkinin özümden doğurduğu bir de mi? Dinle. Ruhumun tuzlu rüzgârı çalıyor, altın kaplamalı diş gibi zihnimde.