İnsan oğlu var oluşunu sorgulamaya başladığı ilk anlardan beri Tanrı ve din kavramlarını geliştirmiş, bu kavramlar dolayısıyla kendisini manevi olarak rahatlatmaya çalışmıştır. Tanrıya kendi özelliklerini atfetmiştir.

Belki de Tanrı dediğimiz bizim kafamızda canlandırdığımız gibi bir varlık değildir. Tanrı, var olan her şeyin ve hiçbir şeyin bütünlüğüdür. Tanrı; sen, ben ve o dur. Tanrı dediğimiz şey bizim kafamızda basitleştirdiğimiz kadar basit olamaz. Tanrı insan mı ki emretsin? Ya da istesin... Tanrı, insan mı ki cezalandırsın ya da ödüllendirsin? Tanrı bu kadar basit midir. İnsanlar, geliştirmeyi evrimsel süreç içerisinde sahip oldukları cevaplanamaz var oluş ve yok oluş hususundaki felsefi sorularından kaçmak için “Tanrı” adlı bir varlık olduğuna kendilerini inandırdılar. Oysaki Tanrı bizdik. Tanrı, hepimiziz. Bir böcek, hatta bir tezek.

Sonsuz Evren diye addettiğimiz bu yaşam çerçevesinde yok oluş ve var oluş gibi unsurlar uçuk ve mantığa aykırıdır. Lakin, bu iki kavramın tersi olan ezeli ve ebediyet kavramları da bir nevi mantık çerçevesi içerisinde değerlendirildiklerinde uçuk ve saçma gelmektedir. Peki o halde olan nedir? Biz nasıl olduk ve ne olacağız? Tanrı nasıl oldu ve ne olacak? Belki de Evren, bizim kusursuz zannettiğimiz beynimizden daha karmaşık ve kavranılamaz bir düzeydedir. Onu kavrayabilecek bir zeka yoktur. Olamaz da! Fakat sorgulamak ve düşünmek bizleri yani insanları insan yapan unsurların başında gelmektedir. Peki, insan düşünmezse ne olur? Hayvanlar gibi yalnızca doğma, yaşama, üreme ve ölme güdülerini taşıyan sıradan bir canlı olur. Gerçi insanların çoğunluğu böyle değil midir zaten? Bizim hayvanlardan farkımız ne? Biz onlardan daha tehlikeli olduğumuz için mi üstünüz? Yoksa düşündüğümüz için mi? Hayvanların düşünmediğini nereden biliyoruz? Belki onlar da düşünüyor. O halde diyebilir miyiz ki bizler birer hayvandan, primattan, böcekten, tek hücreli canlıdan ve hatta bir taştan farksız birer atom bulutuyuz. Tüm herşey atomlardan meydana gelir (bizim görebildiklerimiz). O halde bir taş ve bir insan da atomlardan meydana gelir. Bir insan aslında bir evrendir. Evrenin ötesinde aramaya çalıştığımız O karmaşıklık ve sonsuzluk zaten hep bizdik. Var olan her şey kendisinden küçük olan parçalardan meydana gelmiştir. Atomlar dahi kendisinden daha küçük olan proton, nötron ve elektronlardan meydana gelmektedir. Hatta elektronlar, nöronlar ve protonlar da kendilerinden daha küçük olan parçacıklardan meydana gelmektedir. Bu döngü mantık çerçevesi içerisinde sonsuza kadar devam etmek zorundadır. Fakat bu durumda karşımıza tezatlık içeren farklı bir kavram çıkmaktadır. Bu kavram sonauzluktur. Mantık der ki, sonsuzluk olması aykırı bir olgudur. Çünkü mantık ile düşündüğümüzde her şeyin bir başlangıcının ve sonunun olması gerektiği çıkarımına varırız. O halde doğru olan ne? Her bir düşünce, var oluş hakkındaki sorgulamalar ve haykırışlar bizleri bir adım dahi ileri götüremiyor. Her yönde sanki bir duvar var gibi... Korkak insanlar, bu sorulara cevap bulamadıkları için Tanrı ve din yalanlarıyla kendilerini mest ettiler. Bizler, kafayı yiyeceğimizi dahi bilsek asla düşünmekten ve sorgulamaktan vazgeçmeyeceğiz. İnsanı özgür kılan ve onu insan yapan bu unsurlardır demiştik. Ki bunu söylerken bile tezatlık içeren bir sorgulamaya daha giriyoruz. İnsan, din ve Tanrı yalanıyla sorgulamaktan ne kadar kaçmaya çalışsa da hep sorgulayacak. En dindarı, hatta en zahidi bile. Sorgulamak zorunda. Çünkü bu elinde olan bir olgu değil. Düşünmek zorunda, çünkü bu da elinde değil. Tüm evreni bir arada tutan, biz canlı ve cansız varlıkların ortak materyali olan, sonsuzluğun ve başlangıcın içerisinde yer alan o küçük madde... İşte o Tanrıdır. Tanrımız o dur. Ancak, o zaman boşluk ve yokluk nedir? Evrenin boşluğunda karanlık madde diye adlandırdığımız yerde ney var. Orası bir hiçlik deniyor. Varlık mantığa nasıl uymuyorsa hiçlik de bir kavram olarak mantığa aykırı gelmektedir. Hiç olan bir şey nasıl olabilir ki? O halde karanlık madde bir şey midir? O var mıdır? Yoksa Tanrımız o mudur? Ya da bizim gördüğümüz ve basitleştirdiğimiz Evren içerisinde karmaşanın içerisinde bize el sallayan ve evrenin karmaşıklığını telkin eden bir olgu mudur? Evren, ya da herşey ve hiçbir şey... Evet, ona Evren demeyeceğim. Artık ona bu isimle hitap edeceğim. Her şey ve hiçbir şey, belki de ikisinin ortasında olan ve olmayan bir şey ve hiçbir şeydir. Zıtlıkların zıtlıklarıdır. Onu anlamak ve kavramak ne de zor... kendimiz olan ve aynı zamanda kendimiz olmayan, Evren’e yeni bir isim olarak addettiğimiz her şey ve hiçbir şey, birer bütündür. Bu bütünlük içerisinde evrenin sonsuzluğu ve sınırı ortaya çıkmış, gerçekler ve yalanlar boy göştermiş, düşünce ve sorgulama kendine yer edinmiştir. Bizlerin evreni de düşüncelerimizdir. Onların da tıpkı Evren gibi bir sınırı ya da sonsuzluğu yoktur. Düşüncelerimiz ve sorgulamamız bizleri her daim meşgul etmiş plan ve olacak olan birer olgudur. İnsan, sorguladığı ve düşündüğü takdirde özgürdür. İnsan, düşünmek ve sorgulamak zorundadır. Cevap bulamayacağını bilse dahi sormalıdır. Ve cevaplamaya çalışmalıdır.

Sonsuz diye adlandırdığımız bu garipliğin (Yaşam) içerisinde insan bir boşluk hissetmektedir. Bu boşluğu ne yaparsa yapsın asla dolduramamıştır. Birey, bilincinin içerisinde çatışan düşünceleriyle kendini yer ve bitirir. Bu yüzden bireyin yapması gereken bu düşünceleri kafasında tutmaktan ziyade, bu düşünceleri açıklamak ve ortaya koymaktır. Düşüncelerini içerisinde tuttuğu müddetçe kendisiyle çarpışarak sadece kendi kendini tatmin edici cevaplar verir. Bu yüzden saygı çerçevesi altında karşı tarafı inanmaya zorlamadan düşünce ve fikirlerini anlatmalıyız. Bu sayede cevabı olmayan Tanrı, din, varlık ve yokluk adına sorguladığı sorularını bir başka tarafa bölerek üzerindeki yükü bir nebze olsa hafifletebilir. İnsan, sorgulayan ve düşünen bir canlıdır demiştik. Tabi bir taştan farkı yoktur. Lakin bu sorgulama ve düşünme içte kalmamalıdır. Sosyal bir varlık olarak diğer insanlarla beraber yürütülmelidir. İnsanın içini rahatlatması açısından bu önemlidir.

Sorgulamalıyız. Birlikte, sorgulayıp düşünmeli ve tartışmalıyız!