Şimdilerde uzun yolllar yürüyorum, karanlık bir geçitten geçmek niyetim. Çıkmaz iki sokak var; birinin ucu aydınlık gibi ama güvenemiyorum. Bunca zamandır yürüyorum, bir sürü ucu açık ve aydınlık gözüken seçimlerim oldu, dönüp arkama bakıyorum aydınlığı sis bürümüş, gözümü yakıyor, bir su boşalıyor göz pınarlarımdan, görmemek için tekrar önüme dönüyorum. Geçidin yine aydınlığına doğru yürüyorum. Yine hüsran, göstermelik bir aydınlığa yürüyüşüm yine. Bu benim bugünümdü, sisli ve gözyaşları ile dolu olan geçmişim, şimdi bir yol daha var tek ve seçeneksiz. Geçmişteki seçimlerim bu tek kapıya ulaştırdı ve bu kez bir fark var, hiç ışık yok. Aydınlatmak için sebep yok, bacaklarımda yürüyecek güç de yok; yığılıp kalmak istiyorum olduğum yere fakat bunu yapmak için etrafım çok kalabalık. Sesler duyuyorum hepsi farklı tonlarda. Basık, soğuk ve karanlık bir mağradayım. "Tanrı'm ne bu kalabalık" diye haykırmak istiyorum lakin problem şu ki burada ses çıkarmıyorum; burası benim zihnim. Birisi konuşuyor ama ben hiç dilimi kullanmıyorum ki, nasıl olabilir? "Yoksa şizofren miyim?" diye düşünüyorum; "Hayır! Herkes bu şekilde" diyor içimdeki ses ve bir karara varıyorum: Bu ses beden bulamamış, benim zihnimi beden bulana kadar kullanacak olan ruhun sesi. İzinsiz ve davetsiz bir misafir. Tanrı'm diyorum, acaba şizofrenler bu sese sadece zihnini değil bedenini de mi bağışlıyor?.. Tanrı cevap vermiyor. Gece susuyor, zihnim susuyor, tabularım ve değer yargılarım sinirli, Tanrı'm beni dikkate almıyor. İyi ki varsın, zihnimdeki evsiz ruh, hiçbir yere gitmene izin vermiyorum. Çok arzularsan bedenimi kullan, benim bir işime yaramıyor. Tanrı'm şizofren miyim?