Sevgili Tanrım,

Mektup yazacak kimsem kalmadı. Eski bir kulaktan duyma inançla hala birisini çok seveceğim zaman tereddüt ediyorum. "Çok sevip, her şeyin önüne koyarsan, senden alır." Denmişti. Ve çocuk aklıma seninle savaşmayı ve seni haksız çıkartmayı koymuştum. Sana mektup yazmaya bir akşam karar verdim. Nabzım şakaklarımda atıyordu ve gözlerim yuvalarını terk edecek gibi hissediyordum. Başımı çok huzurlu, beni bu dünyanın tüm hengamesinden çekip kurtaran, sonsuz kapılar açan bir çift dize bıraktım. Gerçek anlamıyla bıraktım, artık başımı tutacak güçte değildim. Otobüsün camına diktiğim tek gözümle akıp giden ışıkları izliyordum. Huzurlu bir çift bacağın sahibi o akşam dedi ki bana: Ne çok sokakta yaşayan insan var. Ve yüzü bu basit cümleyi söylerken öyle kuvvetle yere doğru çekiliyordu ki, orada olup, bunu gördüğüne emin olmak isterdim. Ve ben de şöyle dedim, tek gözümü penceren dışarı atlamaması için zapt etmeye çalışırken... "Sevgili Tanrım, bu mektubu sana otobüsten yazıyorum."

Babaannemi hatırladım sonra. Ne zaman seni ansam, bir peygamber gibi yarenlik eder çünkü babaannemin ismi sana. Akşam yemeğini soba yanan tek odada bir kase çorba, zeytin ve ekmekle geçiştirdikten sonra, soğuk olan odaya uyumaya gider ve yatağına uzandığında duasına başlardı. "Kapından başka kapı aratma." Tanrım, ben o kapıyı geçtiğimiz birkaç yılda epey aşındırdım. Belki de biz doğaya öyle tutkunduk ki, yaşamın burada gördüğümüz iplerine öyle deli hevesle sarılıp, benimsemiştik ki; biz yeryüzünün çocuklarıydık, belki de cennetle hiç tanışmadık. Öyle mi Tanrım?

biraz kırgınlıkla,

ben.