Sevgili Tanrım,

Adını bir mühür gibi dilimde taşıyorum. Huzurunda her gece adınla yatıp, öğleye kadar kalkmak bilmiyorum. Başım ağır. Gözlerim ağır. Yaşamak yükünün somut hali vücudumun merkez sisteminde oturuyor. Kabuslarla, korkuyla uyandığım geceler oluyor. Kalbimi -abartı olsun diye söylemiyorum- ağzımda hissettiğim geceler... O zaman "Tanrım" diyorum ben sessizce, kesik kesik; seni kendimle meşgul etmemek için. Çocukken nereden duyduysam biliyordum senin her şey olabileceğini. "Kimsesizlerin kimsesi" deniyordu. Babam olur musun diye çok dua ettim, gel gelelim on yıllar geçti Tanrım, omzumda elin eksik kaldı. Bazen içim çok dolunca şekerden bir kalbi kırıp da çöpe atar gibi, şekerden babaanneme dönüp dönüp kırıyorum onu. Şanssızlığımı anlatıyorum, onun gözyaşını, neden hala sana ulaşamadığını... Biliyorum. En çok babaannem biliyor içimi, yüzündeki samimi ifadeden tanıyorum bunu, beni çok seviyor diye, durup durup onu incitiyorum. Birlikte uyuduğumuzda çünkü, babaannem şah damarıma yakın. Bence Tanrım, sesimiz sana erişecek kadar kuvvetli olmayınca en yakınımızı kırıyoruz hep, hırsımızı alıyoruz onlardan. Sana söylemekten ısrarla kayırdığımız bütün sözcükler ipsiz sapsız çıkıp, hedefi on ikiden vuruyorlar. Hedef her defasında "Ah" demiyor ama, vuran kişi de dönüp, sırf sana öfkesinden yine kendini vuruyor. Şu "Birini Tanrı'dan daha çok seversen." mevzusu belki de. Geçen öğle uyandığım dünyaya ağladım. Umudum, aşkım, gençliğim, ruhum çalınıyor zannettim. Mümkün müydü böyle bir şey? Adım adım değil, bir anda gibi... Bir sabah uyanıp ve kendini unutmuş olmak, başka biri olarak uyanmak mümkün müydü Tanrım? İçim benden çekiliyor da ben donuk bakışlarımla öylece yatakta uzanıyorum sandım. Sorularımlaydım. Orada mıydın? 


Tükenmişlikle,

Ben.