Kendini öldürmek istediği için mi kalkmıştı gecenin bu saatinde? Yoksa onu huzursuz eden başka şeyler mi vardı düşüncelerinde? Hiç yoktan uyanmıştı şimdi. Camı açtı. Soğuk. Gece boyunca debelenecekti şimdi. İyice huzursuzluk kapladı içini. Son zamanlarda ne çok sıklaşmıştı bu garip, kötülük dolu düşünceler. Üşüdü, yorganı üzerine çekti. Az önce açtığı pencereyi kapattı. Halen soğuk. Yanı başında duran radyoyu açtı. Gecenin son haberlerini veriyordu artık sunucu. Başka şeyler yapmak istiyordu ama bu saate yapabileceği hiçbir şeyin olmadığının farkındaydı. Önce ayak sesleri, sonra bir bağırış... Kapı çalındı. Terliklerini giyip açtı kapıyı. "Buyurun," dedi.
Pansiyon görevlisi kadın kapının eşiğinde duruyordu. "Bir bey var, sizi görmek ister. Gecenin bu saatinde olmaz dedim ama yok, illa kavga çıkartacak. Gelin bakın şu herife hele." Kafasını salladı, kapıyı kapattı. Böyle inecek hali yoktu. Banyoya geçti, yüzünü yıkadı. Soğuktu. Tekrar etti, ensesine kadar ıslattı. Üzerini giydi, dışarı çıktı. Ayaz var, soğuk. Buz gibi. Görevli kadın halen merdivenlerde dikilmiş duruyor. "Hayrola, adam nerede?"
"Dışarı çıktı, cigara yakmak için."
La havle çekerek pansiyondan çıktı. Hava burada daha soğuk. Kimdi bu herif? Neyin nesiydi? Ondan gecenin bu saatinde ne istiyordu? Kötü bir şey mi yapmıştı? Bunların cevabını kendi de bilmiyordu, yanıt veremiyordu bu yüzden.
Sokak lambasının aydınlattığı köşede bir gölge gördü. Önce kendine bir cigara yaktı. Dumanı boşluğa üfledi. Stresli. Adamın yüzünü seçemedi, hava zifiri karanlık. "Buyurun, beni çağırmışsınız."
"Poyraz, sen misin?" diye sordu. Ses çıkarmadı genç, sadece yüzü seçmeye çalıştı. Yok, hayır, tanımıyordu bu herifi. Aynı soruyu yineledi, adam da aynı cevabı.
"Poyraz, ben banka için geliyorum. Hani şu borsa işi için tavsiye veriyordun."
Şimdi tanıdı, uzun zamandır müşterisi olan Kazım’dı bu. Gecenin bu saatinde ne olmuş olabilirdi? Neden böyle apar topar buraya gelmişti? "Hayrola Kazım Bey? Bu saatte, bu soğukta ne işiniz var?’’
Kazım ayazın ortasında deli gibi terliyordu. Bıyıkları ıslanmış, burnundan yaş damlalar akıyordu. "Hayır, hayır. Battık, Poyraz, vallahi battık."
"Ağabey, bir sakin ol, ne oldu?"
"Şirket batmış, terk etmişler ülkeyi."
Şimdi hava daha soğuk. Saat hiç hareket etmiyor sanki. Bulut hep aynı yerinde duruyor. Hani dünya dönüyordu?
Yüzüne esen sert bir rüzgâr ayıkmasını sağladı.
"Nasıl olur ağabey, bir yanlışın olmasın?’’
Titreyen dudaklarının arasından bunlar süzüldü. Başka ne cevap verebilirdi ki? Tüm yatırımını yaptığı şirketin batmasına nasıl tepki verebilirdi?
İkili uzun süre konuştular. Önce Eminönü’ne geçtiler. Bir paket sigara bitti bile. Emektar balıkçılara göz gezdirdi. Paltosunun yakalarını kaldırıp boğazın derinliklerine baktı. "Şimdi, battıysam, patron benden elbette hırsını alacak." diye düşündü. Haksız sayılmazdı. Patronu gaddar herifin tekiydi. Çıtı çıkmazdı insanların onun karşısında. Şimdi nasıl söyleyebilirdi battığını... Üstelik hiç de sevmezdi bu herifi. Çok konuşur ama boş konuşurdu.
Kazım’ın soğuktan morarmış dudakları kıpırdadı.
"Şimdi ne yapacağız?" Genç, dördüncü cigarasını böylelikle yaktı. Cevabını bilmemekle birlikte içindeki sıkıntı büyümüş, bir çığ gibi yuvarlanıp geliyordu. Patlaması an meselesiydi.
Önce adamın suratına baktı, kibir dolu bakışlarını sezdi, gözlerini çevirdi. "Söylemeli miyim?" diye düşündü. Bir kez daha cevap veremedi bu soruya.
Saat altı buçuğa beş var. Hava aydınlandı. Balıkçılar teker teker çoğalıyor, siftahı yapmayı bekliyorlar. Genç hepsini izliyor çünkü cevap verecek hali yok. Kazım onun yanında oturmuş, ağzından çıkacak iki kelimeye bakıyor.
Kazım titreyen elleri arasında bir cigara daha yaktı. Ama dudaklarına götüremeden yere düşürdü. Vücudu morarmaya, damarları belirginleşmeye başladı. Yüzüne felç indi, yere yığıldı. Çevredekiler ambulansı ararken genç öylece durdu.
"Garip... Sabah ölümü düşlerken şimdi bir ölüme şahit olmak..." Peki, şimdi ne düşünüyordu?
Saat yedi buçuk.