Mart ayının soğuk günlerinden biri. Bir Pazar günü. Öğleye yakın uyandım alışık olduğum üzere. Diğer günler kahvaltıda sade poğaça yerim. Ama Pazar günleri iki dilim kek yerim. Aslında hafta içi de kek yemek isterim ama pek zamanım olmuyor. Ayaküstü atıştırmak için de kek iyi bir seçim değil doğrusu. Yine kekimi yedim, yanında bir bardak süt içtim. Güne harika başlangıçtı! Gerçi güne neden başlarız bilmiyorum. Eh, bu da bir alışkanlık herhalde. Ağız alışkanlığı.


Akşam tiyatroya gidecektik. Güzel bir oyun olmadığını tahmin ediyordum -ki tahminlerimde yanılmam- ama söz verdik bir kere. "Hem sadece güzel oyunlar mı seyretmeli? Sadece taze ekmek mi yemeli, sadece güzel kadınları mı sevmeli? Kötü oyunlar, çirkin kadınlar ve bayat ekmekler ne olacak? Hayat yalnızca güzelliklerden ibaret olmasa gerek. İçinde nice çirkinlikler var. Hatta güzelliklerden daha fazla çirkinlik var. Ama böyle düşündüğümüzde güzeli arayıp bulmak, ona koşmak, onu tercih etmek pek doğal bir davranış. Aman neyse! Yine sonu olmayan saçma düşünceler..."


Önümde hâlâ kullanılmayı bekleyen bir öğleden sonra vardı. Bu birkaç saatlik zaman dilimini verimli geçirmeliydim. Uyumayı düşündüm ama uykum yoktu. "Terziye götürmem gereken bir ceket var. Sağ iç cebi yırtılmış. İç cebi nasıl yırtılır bir ceketin? Kuru temizlemeye de pantolonu vermeliyim. Paçasında siyah bir leke var. Yağ lekesi sanırım. Bir ara ikisini de götürmeliyim. Ama bugün değil" diye düşünürken kitap okumaya karar verdim. Zaten ne zaman yapılacak işlerim olsa tümünü erteler kitap okurum miskin miskin. İyi bir alışkanlık mı, elbette hayır. Ama tembellik ruhuma işlemiş.


O sıralar Tezer Özlü okuyordum. Kısa cümleler, basit ifadeler, sade anlatımlar ve çok çetin ızdıraplar. Malzeme bu kadar güzel olunca ve aşçı da işini iyi yapınca ortaya şaheserler çıkıyor tabi. Üslubuna her okuyuşumda hayranlık duyuyordum. Ama cesur anlatımına aşık olmuştum desem yeridir. Bu kadar keyifli kitaplar okumak varken kim terziye gidip o lanet ütünün iğrenç kokusunu duymak ister? Ya da kim kuru temizlemede sanki çırpınırcasına çalışan makinelerin gürültüsünü işitmek ister? Şahsen ben istemem. Hem bütün bu işlerden sonra kendime zamanım kalmayacak. Kendime zaman ayıramadıktan sonra temiz pantolonun, düzgün ceketin, hayatın ne önemi var?


Akşama doğru hazırlanmak için masadan kalktım. Giyeceğim kıyafetleri dolaptan çıkardım. "Hava nasıl acaba" diye perdeyi araladım. Bulanık, gri, kasvetli bir hava. Sonra pencereyi biraz açtım, soğuk bütün vücuduma hücum etti. Ürperdim. Temiz havanın tadını çıkarmaya kalmadan bir ses işittim. Bir çığlık sesi. Pencereyi iyice açıp hızla etrafa göz gezdirdim. Bir apartmanın otopark olarak kullanılan kısmından geliyordu ses. İşte oradaydılar. Bir kadın ve bir erkek tartışıyordu, demek hafif kalır. Sert bir münakaşa içindeydiler. Kadın adamın yüzüne doğru hamle yapmaya çalışıyor adam hem kendinden uzaklaştırmaya hem de sakinleştirmeye çalışıyordu kadını. Dehşete kapılmıştım. Elim ayağıma dolandı. Bağırmaya başladım çaresizce: "Hey! Yardım edin! Kimse yok mu?" Ama ne benim çaresiz sesim ne de kadının acı çığlıkları duyuldu. Apartmandan bazı pencereler açılıp kapandı ama kimse bir şey yapmadı. Hemen telefona sarıldım polisi aramak için. Açık adres istediler lakin adresi bilmiyordum. Hızla odanın içinde adrese dair bir şeyler aramaya koyuldum. Birkaç dakika içinde kargo paketlerinin üzerindeki adres bilgilerini gördüm. Adresi verip beklemeye koyuldum. Ama nasıl beklemek? Sürekli odanın içinde volta atıyordum. Bir yandan da gözüm pencerede. Ya bir şey yaparsa? Ya kadını öl...


Korktuğum başıma gelmedi. Yarım saat kadar bekledim sanırım. Erkek kadını uzun uğraşlar sonunda sakinleştirdi. Sinir krizi geçiriyordu belki de. Sokaktan insanlar geçti, apartmandan çıkanlar oldu ama kimse dönüp bakmadı bile. Ben bağırdım sadece. Kimse duymadı. Sonra caddeye çıktılar. Bir taksiye beraber binip uzaklaştılar.


Çok korkmuştum. Yatağa oturdum ve ağlamaya başladım. Niçin ağladığımı da bilmiyordum. Neden sonra kalktım. Kendimi toparlamaya çalıştım. Ama olayın etkisinden kurtulabilmiş değildim hâlâ. "Sadece benim şahit olduğum bu olay çok daha kötü sonuçlanabilirdi. Ya ben de görmeseydim? Ya adamın elinde bir silah olsaydı? Ya ne bileyim işte." Bunun gibi birçok soru hızla dönüyordu kafamın içinde. Yarım saat boyunca ne yaşadığımı anlamamıştım. Telefonu kontrol ettim. Evet, polisi aramışım. Gelmemiş olsalar bile aramışım. Benden başka gören olmadı. Sanırım benden başka da ağlayan olmadı.


Bir komediydi gittiğimiz tiyatro. Ama oyun boyunca gülümseyemedim bile. Hem oyun fazla kötüydü hem de dünya çok ama çok çirkindi.