Tanrı beni yaratırken eminim benimle gurur duyacağını düşünüyordu, umutluydu yani. Ben büyüdükçe ve ondan nefret ettikçe onun umudunu kırdım. Şu an beni sevdiğini pek düşünmüyorum ve kendimi Tanrı’nın umut kırıcısı olarak tanımlıyorum. Bu hoş. Tanrı’nın gurur sebebi olmasa da benim gurur sebebim. Yine klasik ben olarak yazılarımın sonunda kendimle çelişeceğim. Ne kadar Tanrı beni sevmese veya ben onu sevmesem de ona ihtiyacım var sanırım. Tanrı = Sığınak işte n'apıcan. En sevmediğim ihtiyacım diyebilirim. Eksikliğini anlamak kolay ama can yakıcı oluyor, umarım yaşamazsınız.
Tanrı’nın eksikliğini yanınızda kimseyi hissetmediğinizde anlıyorsunuz. İçinizi birine dökmek isteyip kimseyi bulamadığınızda. Gözyaşlarınıza mahkum bırakıldığınızda. Gecenin üçünde, hüzün bataklığında. Ve sonra sizi isteyen bir Tanrı arayışına çıkıyorsunuz. Bu arayışta sizden başkasını bulamıyorsunuz, tabii kendinizin yine kendinizi isteyip istemediği de muallakta, ama artık kendinizi Tanrı görmek de istemiyorsunuz. Çünkü o kadar bıkmış oluyorsunuz ki kendinizden. Artık kendinizi bir kenara atmak istiyorsunuz. Elbette mümkün olmuyor. Ne de olsa yalnızlığımızda bile yanımızda olan kendimiziz.
Diğer insanlarca yaratılmış olan Tanrılara inanmak da geçiyor aklınızdan. Ama bu haram olduğunu bile bile Müslümanların milli piyango bileti alıp "Ya çıkarsa fakire fukaraya dağıtırız." demesi gibi. Ayrıca ben o Tanrıların tamamına kırgınım. Tanımadığım Tanrılarla bile. E kırgın olduğum birine de inanamam, dalga geçiyormuş gibi hissederim kendimi, aramızda gerçek samimiyet olmaz. Her neyse, eminim hepsinin nefret kaynağıyım. Ve eminim kötü olan her şeyi bana olan sinirlerinden dolayı yarattılar.
Bir gün bana uygun bir Tanrı bulursanız haber verirsiniz artık :)