Soluk almanın zorlaşmasını ciğerlerinize yeterince dolmayan havadan değil, ciğerlerinize hava dolsun diye nefes aldığınızda fark edersiniz. Şu iki et parçası biraz daha işimi görsün diye göğsümü şişirip durayım. Ne korkunçtur suyun altındaki o fazladan kırk saniye... Süreniz doldu mu içinizdeki deli alarm çalmaya başlar, ölmeyeceğinizi bilseniz bile ölecek gibi hissedersiniz. Oysa sadece biraz oksijenden mahrum kalmışsınızdır, suyun yüzeyine çıkma şansınız da elbet vardır. Bahsettiğim et parçalarının çalışmaya devam etmesini isteme sebebimiz de meçhul. Bazıları arkasında insanları bırakmaktan çekiniyor bazıları da yaşama hayalini kurduğu hayata ulaşamama ihtimalinin verdiği ezilmişlik duygusundan. Ayak bileğine takılmış ömürlük zinciri kıramamış olmak, hep kafese tıkılmış bir kuş olarak yaşayıp orada ölmek bir nevi. Kanat çırp, çırp, çırp, demirliklere çarp, yere çakıl, yine savur kanatları, yine çarp, zemine çakıl; sağından başka solundan başka ses, biri kanatların olduğuna şükretmeni ister öbürü başını koyabilecek bir kafese sahip olmana. Kanatlarını çırpışın seni yeterince havalandırmıyorsa kafes altından, kanatların külden doğma da olsa hiçbir anlamı kalmaz kuş olmanın. Üzerindeki elbise midir seni böyle yücelten, Yunan heykeli misali figürüne mi güvenirsin veyahut yüzün bir akıma öncülük edebilecek bir tuval midir? Hepsine sahip olsan da yalnızca vitrindeki bir mankenden ibaretsin. İnsan ürünü bir insan deneyi, doğanın çocuğu bir predatör. İnsansın sen, koca gezegeni darmaduman eder ve bir fırtınaya yem, depreme enkaz olursun. Sorsalar seni en iyi sen bilirsin yine de hastalığına çare, derdine derman bulamazsın. Koca evrende bir toz tanesisin ama kibrin izin vermez ve der: "Sen en iyisisin." Adama hadi oradan, git işine derler. Şekerin bitene kadar oturup sıraya geçeceksin, sonra tekrardan insanın ortaya attığı evren adam tarafından sorguya çekileceksin. Kim yanmaya kim keyif çatmaya...