Bir Tanrı ki aramızda harelenen sorma!

Hani şu gökyüzü avuçlarında yeşeren

Rengarenk diyarlardan koparılmış anne kokusu...

Ölüm kırmızısı bir geceydi hatırlıyorum 

-bunu hiç hiç hiç unutmuyorum-

Ömrünün altın çağında kötücül bir ışıktı adım

Sövmüştü tenim gerçeğe.

Düşler katilinden bir ceketle henüz yirmi yaşındaydım

Sendin gerçek 

Sendin hayal

Ve sen değildin aslında 

Alnımda eskiyen o iz

Söz diye diye akıttığım şiir

Ne ola ki?


-Bir parti sloganına olan bağlılığım

Memleket kadar büyümedi hiç

Bunu da unutmuyorum-


Bütün dinleri bir elden çıkaran kalem

Şimdi tutuklu bir esir gönlümde

Yıldızlardan yalnızlara uzanan bir kahır eşliğinde

Cevap verin!

Şu meşrulaştırılmış ölüm tezgahından arta kalan geceyi hangi anne kokusu silebilir?

Ya hangi Tanrı göğü göğsünden söküp çıkarır?

Bir yaşam kavgası adımızda

Ne sen

Ne ben

Ne de Tanrı...

Hatırladığın eski mezar taşı kadar sahici ancak.


-Memleket dediğime bakma

Aslında...

Adının geçtiği kaldırım taşlarını özlüyorum-