Her sabah aklına gelen ilk şey hayatta olduğun, hissettiğin ise büyük bir şaşkınlık; gerçeklikle arandaki mesafe açılıyor ve adı senden önce konulmuş şeylere dokunarak, dostlarınla konuşarak mesafeyi kapatmaya çalışıyorsun. Öncesindeki gibi kesin cevapların da yok, bir çelişki yumağı halinde hareket ediyor ve kuşkudan oluşma hayata bakıyorsun. Gülmek seni hüzünlendiriyor, gündelik sohbetlerin seni çağıran saçmalığından tiksindiğini saklamaya çalışıyorsun. Depresyon değil bu çünkü depresyon dünyada bir yeri olanların sorunudur, depresyon dünya için çaba verirken ona yenilenlerin hastalığıdır; hızlanmak isteyen insanın umutsuzluğudur, sen ise dünyaya karşı hiçbir şey hissetmiyorsun, onu hep geçiştirdin hep maskeledin yüzünü ona doğru. 

Bir doğa belgeseli izlemiyorsun, gördüklerin hisseden insanlar olmalı ama çoğunluk yaşamdaki sökükleri ve çelişkileri görmüyor gibi. Denedin dünyayı sevmeyi ve onun kalbinde bir yer edinmeyi, doğduğun yerin doğrularına bağlandın ağırlığını taşıdın ve sarhoş oldun anlamıyla ama olmadı. Belki seni dünyaya bağlayacak eşya ve insanlarla çok geç tanıştın; yaşamın değişkenliğini deneyimledikten sonra da tanışmanın bir anlamı kalmadı. Her şey olabilir, her şey mümkün. 

Kör bir inançsızlık değil seninkisi, sorunun bıkkınlık değil, bırakmak değil, boşunalık değil, sadece görüyorsun. Görmek hücrelerine acı veriyor, bütünlüğünü kaybediyorsun. Dağınıksın ve hislerin bir ışık gibi dolanıyor hızla, hacmin çok sık yer değiştiriyor; genleşiyor, donuyor, buharlaşıyor ve akıyor. Kendine baktığın her saniyede yeni bir yüz ve yeni bir düşünce, hiçbir düşüncede uzun süre kalmıyorsun ve boşluklarını sadece ölümün anlamı dolduruyor. Çözümsüzsün, hayata sımsıkı sarılman adına yeniden doğmalısın ama imkansız. 

Her şey sorular halinde görünüyor sana, her şey bir yanılsama, her şeyin ilk öğrenildiği haliyle kalmasını düşünüyorsun ama neden ve nasıl? Her şey ne kadar da sahte ve büyüleyici. Anladın ki bütün boşluklarını Tanrı dolduruyormuş, cevapsız da yaşayabiliyormuşsun. 

Dürüst olmakla başladın Tanrıyı kaybetmeye ve sadece ölümün anlamı kaldı geriye sadece dağılmak ve daha fazla hissetmemeyi istemek. 

Ama kimden isteyeceksin, kim duyacak acını, gökteki hayranlık verici yıldızlar mı? Tanrı varsa da kötü olmalı, kargaşa olmalı adı, patlamak ve yok etmek olmalı ya da her şey tanrı ya da neyse ne umurumda değil artık, artık sadece düşünüyorum. Nasıl sorumluyum hiçbir şeyi seçemezken, hiçbir şeye gücüm yetmezken nasıl cezalıyım. Her şey olabilir her şey mümkün aciz bir varlık olarak hisseden insan için Tanrı var olmuş olsun ya da olmasın olsa da olmasa da sonramız kuşkulu. 

Onu anlatan kitapları okurken onu değil insanları okuyoruz. Her şeyi hissederken sevgiyi hissetmiyorum ona doğru. İnanmak istedim, ağladım gecelerce ama gördüklerim hep değişti, değiştim ve zamanın altında ezildi hislerim. Ezildim. 

.

Herkes aynı değil, her bilinç farklı acıların çevresinde dolanıyor; yoktuk var olduk niçin, bütün bu olanlar var olduğunu haykırmak isteyen ya da absürt bir şekilde kanıtlamak isteyen üstün varlığın arzusu olabilir mi? Onu sadece tanımak için mi bu açlık ve susuzluk, savaş ve kan yağmuru? Tanrı, sadece ismini duyurmak için var ettiği yaşamdan yükselen feryatları dinliyor olabilir mi? Ben bunları yazarken bunları soracağımı bilmiyor muydu? Ki inanan bir insan için bu soruların hiçbir değeri yok, çünkü Tanrıya inandıktan sonra ona inanmayanların acısından zevk duyulur, hiçbir geçerli sebep duyulmaz olur, hiçbir acı onu reddetmenin sebebi olamaz. Ama düşünürsek ve hissedersek acının Tanrıdan bağımsız olduğunu anlarız; vicdan merhamet ve sorumluluğun. Her şeye hakim olan sadece yüksek ses, kargaşa ve zulümdür. Her şeyin yolunda gitmesi için kölelik gereklidir, işte her şey gibi değil mi Tanrı da, her şeyin sebebi nasıl iyi olabilir? Olabilir her şey mümkün. İşte bu korkutucu kuşkunun acısıyla yaşıyorum. 

.

Anlam, yaşamak için ihtiyaç duyduğum en büyük şey; en büyülü kelimem en değişken sürecim. 

Sorular bırakıyorum her gün ardıma; sadece var olmaktan hiçliğe giden bir yaşam mı bendeki? 

Taraf olmak gücünü bulamıyorum kendimde, ne tamamen hiçliğe inanabiliyorum ne de kendini tanıtmak ve insanların onu bilmesi için acı dolu bir düzen kurmuş olan Tanrıya. Düşünceler bıçak oluyor bazen, en güçsüz yerlerime batırıyorum ellerimle. Fakat bir durak bulmalı insan ya da hemen ölmeli. Çoğu gece ölmek istedim ve ölüm istenci hiçbir zaman dünyanın isteklerime kulak vermeyişi değildi. Hiç bencil olmadım bu konuda. 

Çünkü insanların suçsuzluğuna inandım. Kötülük yapmak seçeneğini aşağılık bulsam da, katliamları ve köleleştirmeyi; dünyanın bir sebebi olsa da olmasa da yani bir Tanrı var olsa da olmasa da koşulları hazırlanmış bir kötülüğün sorumlusu bulunabilir miydi? Niçin başka bir yol başka bir gerçeklik yok Tanrıyı bilmek için, niçin insanlar birbirlerinden nefret etmeli? Ona ve gönderdiği dine inandığım zamanlarda, bir müslümanken bile onu inkar edenleri cehennemle korkutmadım, acılar çekmelerini. 

.

Sonsuzlukta can çekişmelerini istemedim. Ondan uzaklaşmaya başladığım ilk inkarım bu oldu. Dünyada var olduğum süre bittiğinde acaba sorularım da benimle beraber olacak mı? Ya da şimdi her şey anlamsız ve ben bir kum yığınından farksızım diyerek köşeme çekilip orgazmın unutturuculuğuna kendimi teslim mi etmeliyim? 

Ne için yazıyorum ki, ne için konuşuyoruz, tartışmalar boşunaysa niye yaşıyorsun? Bir taraf olamıyorsan niye kıyafet seçiyorsun, niçin gülüyor ya da hüzün duyuyorsun, hissetmek niçin acı veriyor? Neyi bulacağımı bilmiyorum, neyi neden seçmem gerektiğini de, arafta bekliyorum. Bilincimi ve hisseden varlığımı eğer o bana öğretilen özel isimli Tanrıya götürürsem sorularım elbette ki değişir. Ya soramazsın diyenler olursa, o zaman Tanrı olsa da nihilistler haklı derim; çünkü hissederek ve acıyı deneyimleyerek geçirilen bir var oluş sürecinin en son aşamasında Tanrı varsa insan ona içindeki öfkesini ve niçin başka bir yol bulmadığını soramayacak mı? Tanrının ismi yok! 

Bankalardan tiksiniyorum çünkü insanları değiştiriyorlar. Kendim gibi var olabilmek, hiçbir kaygıya ve korkuya yer açmadan uyanmak imkansız görünüyor, çünkü varım ve benden önceki hiçbir şeyi seçmediğim gibi - zaten seçemezdim çünkü yoktum, işte bir kez daha aşağılık bir paradoks- benden sonraki şeyleri seçmek için de istencim yok. Çünkü hissediyor ve her şeyi düşünüyorum. Tanrının bana var olmak isteyip isetemeyeceğimi sorduğunu düşünüyorum. Her şeyi anlatmış olduğunu zaten bana böyle anlatmışlardı. Var sayalım anlatılanlar yanlış olmuş olsun yani bize sormadığını düşüneyim bu sefer insanın suçsuzluğu aşikâr oluyor; sormuşsa da kimse hatırlamıyor.

.

Bulduğum her yalnız olabilme imkanında dünyadaki sonramı düşünmek boşunalığına sorularımı harcamadım; sorularım hep sonsuzluğa ya da bu bana acı veren bilincimin hiçliğe karışma ihtimaline oldu. Eğer ölüm olmasaydı işte o zaman kendimi hedonizmin kollarına bırakabilirdim. O zaman anlam arayışım biterdi.