Benden bana uzanan bir dil var, bıçak gibi kesti her yanımı. Benden bana uzanan bir dert, bin yapraklı ağaç oldu, her bir yaprağı ölüm kokuyor. Ölüm kokuyorum; ellerim, omuzlarım. Boynumu kokla bir, tuza mı yatırılmışım? Tanrı’m, sanki kadavra ettik bedenimi, neden canımı çektin benden? Nefes almaya devam eden bir cenazenin üzerinde fazla oyunlar oynanır. Sirk gibi şimdi her bir hücrem.


Tanrı’m, beni bağışlayacak mısın? Canımı çok yaktın ve her bir yanıkta kendilerine pay buldu elçilerin, ellerinde kazma kürek, mezarımın başında kavgalar ettiler. Canımı yediler, yetmedi, birbirlerine sulandılar. Tanrı’m, al bu bedeni benden, ben her şeyden önce bir korkağım.


Cenazemin başında dua okuyor insanlar, “nasıl bilirdik”lerin yerini “yazık etti”ler aldı. Yazık etmişim kendime, bize. Bebeğim olacaktı benim ve dilimin bıçağı kesti onu. “Sen” dedim aynadaki zıt yüze “Bırak kendini doğurmayı, döllenmeyi başaramayacak vasat bir kadınsın.”

Oysa döllenmekten fazlasıydı dişilik. Oysa kükremekti, yuvanı gaganla dikmekti, bebeklerini canın pahasına korumak ve yeri geldiğinde erkeğini yok etmekti. Bebeğim bendim, erkeğim de. Kendimi doğuracaktım. Peki Tanrı’m, dişiliğimi at bir kenara, beni bu beşer bedenimde neden hapsettin de ben kılıfımdan bir saniye olsun uzaklaşamadım?


Şimdi acı acı ölüm kokmak, acı acı acımak. Yanmak ve suya ulaşamamak. Oysa ben Ay’ın bağrından kopmamış mıydım? Tanrı’m bana merhametini bağışlayacak mısın? Biz beni benden kurtarır da yaratır mıyız yeni bebeğimizi? Toplamak isteyene her karar matematik, benim matematiğim biraz zayıf Tanrı’m, eşittir’i koydum, sonucu bana sunar mısın?