Sabah saat 06:00. Alarm çalmadan gözlerimi açtım yine. Gerçi bir alarmım hiç olmadı. Beyaz tavan karşımda bütün ışıltısıyla. Sadece iki saatlik bir uyku. Gidilecek ne iş, ne okul, ne de aile hiçbiri yok. O zaman ne halt yemeye son iki yıldır bu saatte kalkıyorum. Bir cevabım yok. Sanki tüm gece birileri tarafından dayak yemiş gibiyim. Her yanım ağrıyor. Tüm gece kanımda dolaşan alkolün de bu ağrılarda payı var sanırım.

Dayanılmaz ağrılarımdan kurtulmak için yataktan kalkıp kendime bir kahve hazırladım. Yılların rutini her sabah sade, kremasız ve şekersiz sıcak bir kahve. Tepeleme kahve dolu fincanımı alıp salondaki tekli koltuğuma oturdum. Arka planda Queen'in Bohemian Rhapsody'si çalmakta. Freddie, "I don't wanna die" derken sessizce tekrarlıyorum ben de.

Kahvem bittikten sonra duşumu alıp evden çıktım. Kapımın önünde duran 84 model Mercedes 200e aracıma atlayıp yol almaya başladım. Yollarının her bir santimini ezberlediğim bu şehirde gözlerim kapalı bile bulabilirim yolumu.

Radyoda Bob Dylan'dan 'One More Cup of Coffee' çalmakta. Sonra kırmızı ışık. Durdum. Sağıma bir Golf yanaştı, kırmızı renk. Kafamı çevirip arabanın içine baktım. Hayatımda verdiğim en kötü karadı. Sürücü koltuğunda lacivert takım elbiseli bir adam, hemen yanındaki koltukta muhtemelen eşi ve arkada çocuk koltuğunda ise 7-8 yaşlarında küçük bir kız çocuğu. Hepsinin yüzünde bir tebessüm, gözlerinin içi gülmekte.

Bir an sadece bir an o adamın yerinde olmak istedim. O adam ben olsaydım nasıl bir hayatım olurdu? Gerçekten gülmeyeli yıllar olmuştu. O adam ben olsaydım, yine onun gibi gülebilir miydim? Bir kız çocuğum olsaydı neler değişirdi hayatımda? Birini gerçekten sevip evlenebilir miydim?

Ben bu cevapsız sorularla boğuşurken yeşil ışık yanmış olmalı ki kırmızı Golf yanımdan geçip gitti. Aslında saniyeler süren ama bana bir ömür gibi gelen kısa bir an. Bu an sabırsız sürücülerin korna sesleriyle bozuldu. Arabayı kenara çektim ve temiz hava almak için çıktım içinden. Titreyen ellerimle bir sigara yaktım. Derin bir ilk nefes. O an her şey sustu. Bütün arabalar, bütün kalabalık sessizliğe gömüldü. Duyabildiğim tek ses yanan sigaramdan gelen çıtırtılardı.

Sigaramı atarken her şey yoluna girmiş gibiydi. Bütün o kalabalık sesler yeniden duyuluyordu. Ama ellerimin titremesi geçmiyordu. Arabama bindim tekrar. İki elimle direksiyonu sıkıca kavradım. Tam o anda yine her şey sustu. Sadece kafamın içinde tekrarlanan o ses kaldı.


"Tanrım, hayatımın geri kalanıyla ne yapacağım?"