Bunca zaman her şeyi sadece içinde yaşayan; derdini, kederini, gamını sadece kendi kendine anlatan minik bir kız çocuğu düşünün. Kimseye bir şeyi anlatamayan, destek bulamayan, kendine psikolog bir kız. Sonsuza kadar böyle böyle ufak tefek sıkıntılarını içine atıp tek başına onların altından kalkacak, üstesinden gelecek, çözemediğinde de annesinin dizine yatıp ağlayacağını sanan o kız. Ama bilirsiniz değil mi? Her sıkıntıda annenizin dizine kıvrılıp ağlayamazsınız, her sıkıntının üstesinden tek başınıza gelemezsiniz, içinizde yer kalmaz... Bilirsiniz bence, her insan tatmıştır bunu.


O minik kız çocuğu da elbet bir gün oyuncaklarının arkasına gizlediği, midesine kelebekler yerine kramplar attığı kederini taşıracaktır. Kim duyar onu annesinden başka? Kim onun başını okşar, kim ona tevazu gösterir, kim onu dinler kalbinden başka? O kız biliyor ki taşana kadar bunu kimse yapmayacak. Ama bu kız çocuğu da bir gün oyuncakları ardından çıkaracak o kederi, midesinden atacak o kramplı hisleri. İşte o gün kalbinden dışarıya taşkın yaratacak, etrafındakiler de anlayacak hep tevazu gösteren o minik kızın duygularının olduğunu. Ama bu zamana kadar o taşkına sebep olan, bir gün olsun dinlemeyen katı yürekliler de o taşkında sürüklenip kaybolacaklar minik kızın hayatından.


Mutlu son olamayacak bu. Minik kız çoktan hayata karşı yenildiği gün taşkın yarattığı için artık devam etmeye gücü kalmayacak, direnemeyecek, duygularını yitirecek. Onun başını okşamayan hayat duygularını da yok sayacak. Belki de bu zamana kadar taşkın yaratmayıp içinde tuttuğu her şeyin yenilgisini yaşayacak. Kaderi midir minik kız çocuğunun her şekilde yenilgiye tabii olması? Her zaman minik kız mı hayata ve katı yüreklilere tevazu gösterecek?