taşralı adam kimdir diye sorarsanız franz kafka'nın dava adlı romanında geçen bir hikayenin kahramanıdır. alice'i ise harikalar diyarından tanıyorsunuz diye tahmin ediyorum. alice ile bu taşralı adam arasındaki bağlantı ikisininde hikayelerinin bir noktasında yasanın kapısı ile karşılaşmış olmalarıdır. erdal yıldız'ın ilgili durumu ve durum karşısındaki farklı tavırları ortaya koyan metnini de akademia'dan bulabilirsiniz.


şimdi meseleye geçelim. iki hikayede de bir kapı önünde durur kahramanlarımız. kapının bir de kapıcısı vardır, içeriye almaz ancak içeriye girilmesine de mani olmaz. orada durur ve uyarır sadece. kafka'nın hikayesinde taşralı adam kapıdan geçmez, önünde bekler bir ömür alice ise "budalanın biri" der kapıcıya ve içeri girer.


yıldız, yasa ve yasak arasındaki etimolojik bağlantıyı serimledikten sonra şöyle bir çıkarımda bulunur: "bu anlamıyla "yasa/yasak", sadece insana ilişkin bir dünyaya, insana ve insan toplumlarına ve onların yapılarına ait koyulmuş kısıtlama, düzenleme, yükümlülük ve benzeri şeyleri içeren kanımızca içeriksiz genellemelerdir. peki hayvan ile yasa arasındaki ilişki nasıldır? sadece ve sadece insanlar için ortaya koyulmuş olan yasaların insanlar dışında başka canlı türlerine, insana olduğu tarzda içkin olması beklenemez. bu konuda hayvanlar belki insanlar tarafından kurulan yasanın kapsadığı dünya içinde kendine yer bulabilir, ancak bu dünya içinde, yasanın ona belirlediği rolü değiştirmeye gücü ve yetisi olmayan canlılar olarak onlar, yani hayvanlar, yasaya ilişkin ya da ait değildir. sadece insan bu anlamdaki yasaya ilişkin ve aittir. öyle mi acaba? bu soruyu bir başka yazıda tartışmayı umarak yanıtımızı erteliyoruz şimdilik."


buraya ufak bir müdahale edelim. yalnızca ve yalnızca ve ısrarla ve ölümüne çırpınırcasına sadece insanlar için konmuş yasalar, evet hayvanları bağlamaz. ancak bu hayvanların yasalarının, yasaklarının ve kapıcılarının olmadığı anlamına gelmez. aradaki fark nedir? hayvanda yasa hakikatle doğrudan bağlantılıdır ve yasa, onu koruyanca onu korumaya gücü yettiği müddetçe konulur. yani yasa da kapı da kapıcı da yasayı koyanın kendisidir. insandaki fark yasanın ikiye ayrılmış olması dolayısıyla insan ve doğa arasındaki kopuşu simgeleyen o meşhur nomos/physis ayrımıdır. insan kümülatif kültürünün pejoratif bir etkisi olarak olan yasa ile bağlantısını yasanın sebebinden koparır. böylece yasa insanın doğa ile olan ilişkisini değil, insan grubunun ortak değerleri ile ilişkisi haline de gelerek insan algısını dolayımlayan bir katmana dönüşür. bir örnek vermek gerekirse doğa yasalarında insanın elma ile olan ilişkisi zehirli/kırmızı/lezzetli vs. gibi sonucu doğrudan özneden türeyen bir ilişki tipiyken, insan yapımı kurallarda elma ile olan ilişkisi yasak/günah/ tehlikeli şeklindedir. ben tüm insanlık tarihinde en az bir kişinin tek bir kereye mahsus olsa dahi elmayı sırf cennetten kovulmanın sebebi olduğu için reddettiğini düşünüyorum. işte bu insan ilgili hikayede geçen taşralı insandır.


kapı, yasa, kapıcı ve insan'dan mürekkep bu tartışmanın physis/nomos tartışması olduğunu söyleyip buradan yıldız'ın metnine, onunla birlikte düşünmeye devam etmek için geri dönüyorum.


yıldız bir sonraki paragrafa şu şekilde bir giriş yapıyor:"insan ve yasa arasındaki ilişki, yasanın insanın içinden ortaya çıkıp insana dışardan dayatılan bir yapıya dönüşmesi açısından bir tür dönüşüme, metamorfoza uğrar. yasanın bu "ilk olarak içerde doğup daha sonraları dışarıdan insana doğru bir şey" olması, yasa ve insan arasındaki ilişkinin nesnelliğini de sorgulanabilir hale getirir." bence, yasa insanın içinden doğmaz. organizma, yaşamının devamı buna bağlı değilse kendini kısıtlayacak yasaları üretmez. yasa sadece ve her zaman dışardan gelir ve dışarıya uygulanır. dışarıya doğru yayılan şey yasanın kendisi değil, yasanın sonuçlarının korkusudur. tabi eğer yıldız'ın söylemeye çalıştığı şey yasanın kişinin kendisinin kendisine koyduğu bir yap/yapma olarak ortaya çıkıp sonra dışarıya yayılan şey ise bu farklı bir tartışmadır. ilk yasa nedir? zehirliyi yeme, çocuğu hayatta tut ve en çok üreyebilen ol. nomosun kuralları insana dayatılmaz insan zaten nomosun kurallarının parçasıdır. nomos insana kurbağa yemeği yasaklar, yılana ise şart koşar. physis insanın iyi yaşama talebiyle birlikte ortaya çıkan bir kavramdır. iyi yaşamak ise faydaya ve faydanın dağılımına yaslandığı için ise bugün hala çözülememiş bir siyaset felsefesi tartışmanın temelini oluşturur.


sonraki paragraf ise şu şekilde devam eder:" tamda* buradan hareketle yasanın yasağının yanında olan yükümlülüğe işaret edilebilir. yasanın yükümlülüğü, yasanın yüklediği insanın kendine yüklediği iç yasalardan kaynaklanan yükümlülük anlamında değil yasanın insana dışardan gelmeye başlamasıyla ortaya çıkan yükümlülük olumsuz bir anlam kazanmaya başlar.


burada da olumsuz anlam kazanmaya başlayan şey yükümlülük değil, cezanın kendisidir. yasayı yap ve yapma olarak ayırarak da bu tartışmayı biraz daha esnetmek gerektiğini düşünüyorum. "oraya gitmek" örneğini ele alalım. oraya git ya da gitme şeklindeki bir yasa içeriğinden bağımsız sonucu kadar anlamlıdır. dışardan gelen yasa gelen dışarısının neliği ile de ikinci bir eksende de anlam kazanmaya başlar.örneğin yasa annenizden geliyorsa yükümlülük negatif değil pozitif anlam kazanır. sobaya dokunmama yükümlülüğünü yaratan annem beni seviyor hissi pozitif olarak değerlendirilmek zorundadır. elbetteki bu anneden gelen her yasanın mutlak pozitif olduğu anlamına değili pozitif de olabileceği anlamına gelir.


yıldız devamında şöyle söyler: "yasanın yükümlülüğü, kendi olumsuz anlamında yasağın olduğu şeye evrilir. yasa, belli bir noktadan sonra bir yasaklar toplamını içinde barındıran bir yapıya dönüşür. insan artık söz konusu yasa olduğunda, bir şeye zorunlu olduğu sürece ondan yükümlüdür. eğer zorunlu değilse, yükümlü de değildir artık. bu anlamda yasa ve yasak arasında kurulan ve çözülmesi zor olan bu bağ, yasanın insana yabancılaşmasıyla, ya da daha doğru bir ifade ile, insanın yasa ile kendi arasında olan ilişkiye ve yasanın da insan ile kendi arasında olan ilişkiye, yabancılaşmasıyla, daha da taşlaşır, ürkünç bir heybete sahip olur."


ilk cümleyi bir örnekle açıklamak anlaşılması için daha faydalı olurdu zira ben tam olarak anladığımdan emin değilim. ancak yasa ile yükümlülüğün bu şekilde bağlanması meselenin tamamına değil özel bir "kısıt"a dayanıyor. yasaya zorunlu olduğu için değil çoğu zaman faydalı da olduğu için uyduğumuzu ve insanın doğası gereği sosyal bir canlı olduğunu hatırda tutmakta fayda var. ürkünç bir heybete sahip oluşunda da yabancılaşma değil sadece "sebepleri unutma" bence occam'ın usturasına daha uygun bir açıklama. yukarıda bahsettiğim dil ile ortaya çıkmış kümülatif zihin, yasalar bütününden haberdardır ancak onu tam anlamıyla anlamaz. benle felsefe arasındaki ilişki gibi. ancak ürkünçleşen şeyin yasa değil, ceza olduğunu ve cezanın göze alınmasının her zaman cesaret meselesi olduğunun da altını çizmek gerekiyor ki örneğin, içerden fırlayan tabaklar bile alice'i yolundan döndürememiştir.


yıldız devam ediyor: "yasa ve yasak, yükümlülüğün kendi asıl anlamının yozlaşması ile birbirine yakınlaşır. bu anlamda bu yakınlaşmanın sürecini ve bu süreçte yasa'nın dönüşüm içinde olan halini görebilmek, bu bahsi geçen "yükümlülüğün" başına gelen yozlaşmanın bu yükümlülüğe asıl olarak ne yaptığının anlaşılmasına zorunlu olarak bağlı hale gelir." diyor ve kapı üzerine yoğunlaşmaya geçiyor. kapının potansiyel anlamları buradan görüleceği şekliyle açıklandıktan sonra kafka'nın yukarıda verilen öyküsüne geçiyor.


öyküyü detaylıca aktardıktan sonra yıldız şöyle söylüyor:"bu meselden çıkarılacak olanaklı sonuçlardan bir diğeri olarak da söyleyebiliriz ki, kafka, taşralı adamın "-mamayı tercih etmesi"ni temellendiriyor olabilir. eğer kapıdan, yasanın kapısından içeri girerse taşralı adamın artık yasa olacağını, yasalaşacağını söyleyebiliriz" yasanın kapısından girmek tamamen yasalaşmak anlamına gelebilir mi ben emin değilim. kafka bağlamında yasa sadece tereddüdün betimlerinden biri olabillir ancak öykünün dışında da düşünmeye devam ettiğimizde yasanın kapısından geçmek yasalaşmaktan çok yasalardan korkmamayı temsil eder bence.


yıldız buradan derrida'nın metni okumasına döner ancak buraya ben hiç girmeyeceğim zira derrida'nın mekan ve pozisyonlar üzerinden yaptığı okuma bana sadece gülünç değil anlamsız da geliyor. zira yasanın ne dediği önemli değildir, yasanın bana verebileceği zarar önemlidir.


yıldız metni alice'in kapıdan girişiyle noktalar. umarız bir gün alice'i yasadan içeri sokan koşullar üzerinde de düşünür de onu da burada anlamaya eleştirmeye çalışabiliriz.