"Bu gün biraz daha rahat uyandım. Galiba yatağın rahatsızlığına bağışıklığım arttı. Rüyamda beyzbol sopasıyla birisinin suratını parçaladım. Sonunda sopa kırıldı ve adam konfeti gibi patladı... Eğlenceliydi."


Çocukken, kart sesli pazarcıların ayakları altında ezilen civcivlerin çığlığına benzeyen kapımın zili çaldı. Bir anda yerimden irkilip kalktım ve otomatiğe bastım.

"İSKİ!" diye bağırdı birisi aşağıdan. 

Hayal kırıklığına uğradım.

Canım sıkılmıştı, dışarı çıktım.

Bir şey aradığımdan değil de bir şey bulmuş olmayı istiyordum. Tekerleği bulmuş atalarım gibi heyecanlı ve meraklıydım.

Gerçi o atalarım ilk suç işlemeyi bulmuştu ya! O daha mühim bir meseleydi.

Aslında ilk bulunan icat yalandı. Suç ise insanlığa söylenmiş en büyük yalan. 

Neden vardı "Suç ve Ceza? 

Neden yaptıklarımdan pişman olacağım veya pişman edileceğim bir yaşam onurlu bir şeymiş gibi anlatılıyordu? 

Bana kalırsa otorite ve yasaların ayakta kalabilmiş fikirleri; din-devlet-burjuva paradigmasında sürekli değişerek ama aynı sonuca çıkaran, insanı doğasından uzaklaştıran sinsi ve nitelikli bir sistemdi. 

Babadan oğula devredilen ve didaktik kırbaçlarla terbiye edilmeye mahkum bırakılan insan doğası, uygar ve demokratik jargonların esiri oluyor; bu soykırımı kabul ediyor ve göz göre göre adalet giyotininin gölgesinde epik kelleler ve hoyrat işkencelere maruz kalıyordu.

Aslında, ceza manifestosunun gerçek suç olduğunu savunan suçlu Diaspora, doğanın kanunlarına göre haklı ve erdemliydi.

Eğer benim Tanrı'm varsa insanlığın aptal olduğunu çoktan anlamış olmalıydı ama senin bahsettiğin Tanrı gerçekse aptal dediğim için özür dilerim.


"İmtihan." dedi beş dakika önce yoldaki kediyi ezen taksi şoförü. 

Altmış yıldır "imtihan" diyenlerin yasalarına uyarak direksiyon sallamış ve emekli olmuş ancak ay sonunu getiremediği için ölene dek direksiyon sallamaya devam edecek olan taksi şoförü...

Muhtemelen bu koltukta son nefesini verecekti ve cenazesinde ağlayan insanlar olacaktı.

"Kimseye zararı yoktu." diyeceklerdi.

Çünkü ahmaklığından faydalanıyorlardı. 

"Namuslu bir adamdı." denilecekti arkasından. Oysaki o, fırsat bulamamış bir ahlaksız ve korkak olduğunu toprağın altında, yılların çilesiyle kırışmış alnının ince derisini kıskaçlarıyla parçalayan böceklerden öğrenecekti.

Senin zehirli kalbini yargılamıyorum ama şu klişeleşmiş iyimser cümle sonlarından nefret ediyorum. Evet dayı, Tanrı seni seviyor, bir et molozu değilsin. Tanrı'nın üstün yaratığısın, çok özelsin.

Korku, kaosun can suyu ve korkunç bir hayranlık uyandırıyordu korkutulanda. İşte bütün dinlerin temelindeki günah otoritesi buna dayanıyordu. Korkulacak hiçbir şey yokken insanın özveriyle korktuğu şeyler korkunç... 


Taksiden indiğimde caddenin solunda kalan billboarda takıldı gözüm. Bu güler yüzlü adamın dişlerini tek tek sökmeyi düşündüm bir süre.

Belki size sadistçe gelebilir ama bana göre kesinlikle dadaist bir eser olurdu. 

İşte o zaman bu yakışıklının gerçek gülüşüne şahit olurduk. 

Bazen bulmaca kenarlarındaki fotoğraflara sırıtan suratlara yapıyordum. Bazen gözlerini oyuyordum, bazense yüzlerine kavisli kesikler atıyordum. 

Şaşırılacak bir durum yok, korkularımı sahipsiz bırakarak kendime ihanet edemem, insan suç işlemeden yaşayamaz. İstanbul'da yağmurlu bir cuma trafiği bu önermenin canlı bir kanıtı. 

Bir de yara izlerini seviyordum. "Geçmişin gerçekliği, geleceğin yalanlarından korur benliği." demiş şair. 

Zira içinde yaşadığımız dünyada "ben" diyebilmek zor. Sadece var olmakla yetinen kitleler birbirine fanatik bıçaklar çekip duruyor. Fahiş oyunlarla yanlışlarının sırtını kolluyor. 

Peki sen kimin oyununu oynuyorsun?

Her doğru bir bağlama ihtiyaç duyuyorsa anne aslan yavru bir geyiği annesinin önünde avlayıp çocuklarının karnını doyurduğunda suçlu mu oluyordu? 

O halde yasalar hangi bağlama göre doğruydu? 


Mekan yeni açılmıştı. Hemen bir köşeye geçtim ve dünden kalma barmenden bira istedim. Kibrinden yüzüme bakmaya tenezzül bile etmeden birayı masaya koydu.

Neden bilmiyorum ama onun bu küstah hareketlerini seviyordum. "Cazibenin gizi şımarıklıkta." demişti şair. Düzgün erkeklerin melun yarası... Neyse ki bu konuda şanslıydım. 

Sabah haberleri... Hırsızlık çetesi yakalanmış. 

Selam olsun size dünyanın en cesur adamları ve kahrolsun uygarlığın katilleri! 

Akıl insana bahşedilmiş bir tür aptallık olsa gerek. Anlayın, hırsızlığın küresel ısınmadan hiç bir farkı yok!

Hırsızlar olmazsa zenginler devalüasyona uğrar.

Küresel ısınmanın olmadığı dünyada kapitalizm yaşayamaz. Doğa ağzında biriktirdiği balgamı ısıtıp ısıtıp ensemize tükürüyor...

Yasalara neden güveniyoruz? Yoksul ve yavan olmak zorunda bırakılan bizler, zengin veyahut statü bakımından güçlü birisine yargı sopasıyla çökebilir miyiz? Evet, suç topluma göre bir kaos, peki doğaya göre? Adalet ve suç diye bir şey olamaz, ceza denilen şeyler kabul edilemez.

Ölüm hiç de sinematografik olmayan, röntgen ışığı kadar çabuk, soğuk ve ketumdu.

Aslolan bir suç varsa suça kesilen ceza olmalıydı.

Anlayın, bu zorbalıkları size üniforma giydirenler öğütledi! Sizi ölümle veya özgürlüğünüzle tehdit ettiler. Kimisini ise ateşle... Buna inananın da vay haline! İnsanın uğruna feda olduğu şeyler öyle kötü ki... En büyük suçumuz doğaya karşı işlenmişti, kabil suçlu değil, aksine uygarlığın habis düzenine ilk darbeyi vuran cesur bir kahraman olarak anılmalıydı.


Kadehimi siz cesur adamlara kaldırıyorum!

Şu yanlarındaki namusun muhafızları...

Ben onlara üniformalı aylaklar diyorum.

Çünkü aylaklar özveriyle var olurlar, içi boş tutkuların içinde.

Fakat suçlular hazları için savaşır, kendi mitlerinin talihine gülümserler, ilkeldirler, korkularının altında ezilmeyi reddetmiş, onları sahiplenmiştirler. 

Hiçbir zaman yasaların emrindeki yaverler suçlu kadar özgür olamazlar. 

Yasa suçluya emredemez fakat hakim her sabah makamında olmak zorundadır.