Alarm kurulu olmasına rağmen Serpil alarm çalmadan uyanmıştı. Bir yere gidecek olmak her zaman huzursuz eder hep kötü senaryoları getirirdi aklına. Hele yalnız çıkacağı seyahatlerde anksiyetesi bir ay öncesinden başlardı. Saatlerce kafasından şunları geçirirdi; Yanıma şunları alırım bavula şu şekilde dizerim evden şu saatte çıkarım oraya şu saatte varırım ya rötar yaparsa…Bütün bunları iliklerine kadar yaşardı tekrar tekrar aklından geçirirdi, o gün geldiğinde de her şeyi aklından çoktan geçirdiğinde bütün ayrıntıları bildiğinden sürprize yer bırakmazdı. 


Bu sıcak haziran sabahında yola çıkmaya hazır, yatakta uzanmış kapalı perdelerin arasından sızan ışığa bakıyordu.30’ lu yaşlarında olan Serpil iyi bir evlat gibi davranıp, daha önce ömürlerinde hiç tatile gitmemiş olan anne ve babasını 5-6 saat uzaklıktaki bir tatil memleketine götürüyordu. Çocukken evlerinde deniz, kum, güneş lafları hiç söylenmemişti. Her yaz genelde annesinin anne ve babasının evine giderlerdi. Serpil ilkokuldaydın yaz dönüşlerinden nefret ederdi bu yüzden. Öğretmen bu yaz nereye gittiniz diye sorduğunda sıra ona gelene kadar içinden kaplıca suları akar gibi olurdu. Zengin bir ailede büyümese de gittiği okullardaki arkadaşları her yazı en ünlü tatil beldelerinde geçiren çocuklar olurdu. Şimdi sanki o ilkokul 3 e geçtiği yaza dönmüştü ve işte ailesi ile tatile çıkıyordu. Gerçi seçtiği yer pek de tercih edilen bir yer değildi ama olsun en azından ismi tatil olan bir yolculuktu. Giyindi, dün sabah erkenden hazırladığı bavulunu aldı ve daha evden çıkmadan bu tatili planladığı için pişmanlık duymaya başladı, ne gerek vardı ki gitmeye? Ne olacaktı gidince? Hiçbir zaman seyahat etmeyi sevmemişti. Gitmenin güzel tek yanı döndüğünde gittiğini söylediği anlardı. Başkasına anlatmazsa, anıları değiştirip bükmezse salt gerçekliğin ne güzelliği vardı ki? Şu ana kadar çıktığı bütün tatillerden pişmanlık duymuştu, işte buna bir yenisi ekleniyordu şimdi. 


Anne ve babasını evlerinden alıp yola koyuldular. Yol boyunca babası ile beraber kullandılar arabayı. Üç yıldır araba kullanıyor olmasına rağmen hala her trafiğe çıktığında kalbi sıkışırdı. Hayatta başına gelebilecek bütün kötü senaryolar hemen toplanırdı başına. Bu yüzden mi bu kadar memnuniyetsizdi hayatta acaba? Zaten çoğu insanın kendini kandırdığını ve bu yüzden mutlu olduğunu düşünürdü. Aslında mutlu olacak ne vardı ki yalanlar olmasa.


Serpil’ in beş gün boyunca neler yaşadığını uzun uzun konuşmayacağım. Bazı anlardan bahsetsek yeterli.


Deniz kum güneş sevmeyen Serpil, toplumun ve kapitalizmin dayattığı eğlence anlayışına uyum sağlamak için kaldıkları yerden bir saat uzaklıktaki bir plaja gitmeyi planladılar. Anne ve babası denize giren insanlar değillerdi, Serpil ise denizi hiç sevmezdi, açılmaktan korkardı ama yine de tatile gittim demek için bunu yapması gerekiyordu. Yolun sol tarafında kalan plaja varmak için onlar gibi tatilin hakkını vermek gayesiyle dolu, yola koyulmuş insanlarla uzunca süre trafikte beklediler. Arabalarının arka koltuğunu arka cam kapanana dek doldurmuş bir çift gördü. Adam arabayı kullanıyor kadınsa başını adamın omzuna dayamış uyukluyordu. Birkaç saat sonra kamp alanına varacaklar çadırlarını kurup yataklarını yapacaklar mangallarını yakıp yemeklerini pişirecekler sonra güneşin altında terleye terleye denize girecekler. Ve bütün bunları yapacakları için mutlu olacaklar. Biz fakirleri mutluluk zırvaları ile kandırıyor zenginler diye düşündü Serpil. Onlar tekneleri ile tertemiz koylarda gezerlerken bizse denizleri metrobüse çevirmişiz. Yetişkin olmasa eve dönmek için anne ve babasına salya sümük ağlayabilirdi. Ama hayır kararlarının sonucuna katlanacaktı. Babasının kızım U yap burdan sözleri ile ana döndü ve karşıda gidecekleri plajın tabelasını gördü. Plaj girişi paralıydı. Girişte duran kimsenin para vermeden girmeyeceğini heybeti ile gösteren sıcaktan kavrulmuş adama ücreti ödedikten sonra dik bir yamaçtan aşağıya doğru ilerlediler. İçeri girer girmez gördüğü kalabalık karşısında dumur olmuştu. Daracık yola parketmiş arabalar ve kamyonlar burada tek bir kişiye dahi yer yok diyordu aslında. Sol tarafta küçük bir ağaçlık alanın altındaki insanları görünce ikinci bir şoka uğradı. Yanyana dizilmiş çadırlar ( ya da odun ve bez parçaları ile yapılmış çadırlar) uyuyan, bir şeyler yiyen, mangal yapan insanlar, yalın ayak gezinen çocuklar. Mahremiyetin olmadığı sanki koca bir ailenin öylece tatile geldiği hissini uyandıran bir manzara. Virajlı yoldan geçip denize vardıklarında denizdeki manzaranın da farksız olduğunu gördü. Burada gerçekten daha fazla kişiye yer olmadığını düşünerek çıktılar.


Gördüğü insanlar hallerinden memnunken, Serpil dünyanın adaletsizliği yüzüne çarpınca tekrar anlamsızlığın ortasında bulmuştu kendini. Hayatta herkesin iyi bir refah düzeyinde olmasını gerektiğini savunur, küçük şeylerden asla mutlu olmazdı. Anne ve babasının şükür eden halleri sinir ederdi onu. Neden korkar insan daha fazlasını istemeye, bu ona öğretildiği için. Hayatının iplerini başkalarına bırakman gerektiği öğretildi bize hep. Şu hale bak istemediğim bir hayatın ortasında kalakalmış ben, buradan çıkamıyorum. Çok küçükken bir şeyleri unuttum, sanki bu unuttuğum şey hayatın formülüydü. Zorla unutturdular şimdi saatler, günler, yıllar geçiyor sanki hepsi bir anda oluveriyor. Hiç büyümüyor olmama rağmen yaşlanıyorum. 


Serpil yalnız bir kadın çocuk istemiyor. Bütün bunlar onu hayatın kıyısına daha da güçlü itiyor. Topluma karışamıyor. Onların kurallarına sadık kalmadığı için böbürlenemiyor. Hep bir şeyler eksik. Büyüyemiyor ama mutsuz da bir çocuk aynı zamanda. Ne yapsam mutlu olurum diye soruyor ama cevabı bir türlü bulamıyor. Bazen hayatın akışına kapılsa da vardığı yer hep kıyılar oluyor.


Varacak bir deniz bulamayan Serpil anne ve babası otele dönüp havuz kenarında serinlemeye çalışıyor. Serpil, pazartesi günü tatilde nereye gittiniz sorusuna yine güzel bir cevap veremeyeceği için buruk. Anne babası havuz kenarında otururken o yalnız başına havuzda yüzüyor. Deniz için alıştırma yapıyor sanki. Aslında hiç girmek istemediği o denize belki de kendini bir gün zorla atacak. Yaşıtlarının şuan yaptığı gibi eşleri ve çocukları ile gelecek tatillere. Bagajın arkasına yorgan ve battaniyeleri doldurup ucuz kamp alanlarında konaklayacak. Hep yanlış seçimler yapacak, sanki bir kere bu yola girdin mi artık geri dönmenin imkanı yok. Denizin ortasında kıyıyı özleyip duracak. Artık çok açıldığından geri de dönemeyecek, bir yerde kendini sulara bırakıp sırtüstü yatacak o an tüm anların aynı olduğunu farkedecek.