Üsküdar-Beşiktaş vapuru Boğaz'ın serin sularında aheste aheste seyrederken, göz alabildiğine uzanan mavilik, vapurun arkasında ufak dalgalar bırakırken; yamacında, küçücük, sevimli ve pembe montlu ve pembe yanaklı bir kız çocuğu bulunan uzun boylu bir baba martılara simit atma ritüelini gerçekleştiriyordu. Uzun boylu adamın yanındaki pembe montlu ve pembe yanaklı minik kız, gözlerini büyük büyük açarak bu durumu seyrediyordu. 


Adam, elindeki simit parçalarını martılara atarken, bir kadim geleneği yaşatmanın huzurunu yaşıyordu. Kızının minicik, soğuktan kızarmış ellerine de birkaç parça simit verdi. Bu, bir ritüelin nesilden nesile aktarımı, kültürün atadan evlada intikaliydi.


Pembe montlu minik kız, büyük bir ciddiyetle elindeki simit parçalarını martılara fırlattı. Ancak simit parçaları havada süzüldü ve doğrudan suya düştü. Kız, biraz hayal kırıklığına uğramış gibi göründü, ama hemen ardından küçük yüzüne bir tebessüm yerleşti. Kendi kendine, incecik sesiyle mırıldandı:


"Olsun, sudan da alabilirler simitleri."


Vapur, yavaş yavaş Beşiktaş'a yaklaşırken, Boğaz'ın serin rüzgarı küçük kızın ve babasının yüzünü okşuyor, her ikisinin de gönlünde tatlı bir hatıra bırakıyordu.