Hiçbir şey yerinde durmuyor bu hayatta. Hiçbiri memnun değil yerinden. Belki de hiçbirimizin, hiçbir şeyin yeri yok aslında. Onun için sığmıyoruz bırakıldığımız, kendimizi bıraktığımız çukurlara. En zoru, insanın kendi kazdığı çukurlardan kurtulabilmesi. Gardiyanlığını kendimizin üstlendiği bir hapishaneden kaçmak çok zor! Hiçbir yere ait olmayan bizleri ortak paydada buluşturup ele veren şey ise her yere aitmiş gibi davranıyor oluşumuz…

Kendimi bu model bir minibüs gibi hissediyorum. Sırtımda boyumdan büyük çantamla ilkokulun yolunu tuttuğum yıllarda, okul servislerinin neredeyse tamamını oluşturan bu modellerle ileride bu kadar duygusal bağ kuracağımdan bihaber şekilde zihnimin temellerinin atıldığı seneleri geçirdim. Artık motoru, iç aksanı bu çağın hızına yetişemeyen bu modelleri, bakımsız ve pespaye şekilde otoparkların en kuytu köşesinde veya araç hurdalıklarında görebilirsiniz. Nadiren de olsa trafikte yorgun ve motorundan acı çekermişçesine sesler çıkartarak görürseniz bilin ki çektiği acının temelinde terk edilmişliği yatıyor. Onu kullanan kişinin aklında hep başka bir minibüsün olduğunu bilerek tepki veriyor o kirli ayakkabılarla basılan gaz pedalına. Bulunan ilk fırsatta terk edileceğini bilerek çıkıyor yokuşları. Motorunun feryadının temelini bu oluşturuyor. Oysa çoğumuzu okula taşıyan, soğuktan buğulanmış camlarına küçük ellerimizle ilk kalpleri çizişimize tanık olan onun ta kendisiydi. Şimdi ise sadece kirleniyor ve çürüyor. Artık kimsenin ona ihtiyacı kalmamış, kaderine terk edilmiş, otoparkın ışık almayan kuytu köşesinde yerine geçen araçları izliyor. Her gün etrafını kaplayan pas artıyor ve elinden hiçbir şey gelmiyor. Kendimi otoparkın o köşesinde görmekten yoruldum. Artık düşüncelerimin sokağa çıkma yasağı var kafamda. Ben de o yokuşları içimde senin motorunun çıkardığı gürültülere eş değer seslerle çıkıyorum. Umarım daha sık karşılaşırız.