Filmin kahramanı Travis, bir soğan gibidir; soyuldukça ortaya çıkan birçok katmandan oluşur*. Bu yapısı, izleyicisine karakter hakkında birçok ipucu sunmakta ve doldurabileceği boşluklara davetiye vermektedir.
Benim en sevdiğim repliklerinden biri Betsy'nin Travis için söylediği ve Kris Kristofferson'ın The Pilgrim, Chapter 33 şarkısından alıntıladığı "O adam hem bir peygamber hem bir torbacı. Biraz gerçek biraz da yalan... Yürüyen bir çelişki." sözleridir. (He's a prophet and a pusher, partly truth, partly fiction... a walking contradiction.)
UYARI: SPOILER İÇERİR
Travis ve Yalnızlığı
Travis Bickle’ın dış sesi şöyle bir cümle kurar: “Yalnızlık bütün hayatım boyunca peşimi bırakmadı. hiçbir yerde bırakmadı yakamı. barlarda, arabamın içinde, kaldırımlarda dükkanlarda, her yerde… Kaderimden kaçamam. Ben Tanrı'nın yalnız başına bıraktığı kuluyum." Belki de Travis’in kendini en iyi ifade ettiği cümleler, bu cümlelerdir. Bunun sebebi, onun filme yalnız girmesi ve yalnız çıkmasından ibarettir: Vietnam’dan gelen bir denizci olarak taksiciliğe başlar, New York şehrinde direksiyon sallayan bir adama dönüşür ve hikâye, bu şekilde sonlanır. Bickle ne ailesini ziyaret eder ne bir sevgilisi ne de bir oda arkadaşı vardır. Taksici arkadaşlarından başka tek bir arkadaşı yoktur. Ne bir siyasi partiye ne de bir sendikaya üyedir. O, haftada altı, bazense yedi gün, günde on iki saate kadar çalışan bir taksicidir. Vardiyaları ise her zaman gecedir. Mesaisi bittikten sonra uyuyabilmek için yetişkin sinemasına giden bir adamdır.
Antisosyal Bir Taksi Şoförü
Sadece geceleri mesai yapan Travis, şehrin gece hayatına tanıklık eder. Şehrin renkli gece hayatına, göz alıcı ışıklarına ve sokaktaki insan manzaralarına alışkındır. Günlüğüne şehrin gece hayatıyla ilgili şöyle yazar:
"Tanrıya şükür yağmur yağdı da kaldırımlardaki tüm pisliği yıkadı. […] Bütün hayvan oğlu hayvanlar geceleri ortaya çıkar. Fahişeler ve bunların kokainman olanları, oğlancılar, travestiler, ılıklar, torbacılar, esrarkeşler, hastalıktan kıvrananlar, rüşvet yiyen polisler. Bir gün öyle bir yağmur yağacak ki, sokaktaki tüm bu pislikleri alıp götürecek."
Travis’in bu sözleri filmin gidişatını önceden ima etmektedir. Onun için iyi insanların kötü insanlardan kurtarılması gerekmektedir. İnsanlar gece ve gündüz, ak ile karadır onun için. Kötüler şatoyu koruyan birer ejderhayken Travis, şatoya hapsolmuş prensesi kurtarmayı kendine görev edinmiş bir şövalyedir. Ya da yalnız bir kovboydur; hatta çizmeleri de kovboy çizmesidir, vücudunun her yerinden hızlıca silah çıkartabilen bir silahşordur. Atı ise taksisi.
Betsy ve Estetik Yaşantı
Taksi şoförü için iki yan karakter büyük önem taşır. Bunlardan biri, Palantine adlı bir senatörün başkanlık kampanya ofisinde çalışan Betsy’dir. Betsy, Travis’in yaşlarındadır ve işinde gücünde, normal bir vatandaş görünümü vermektedir.
Roman Ingarden için “algılanan nesnenin gerçekliği, aslında kendi başına ya da estetik yaşantı nesnesinin estetik değerleri açısından hiç de gerekli olmasa bile, söz konusu gerçek nesnenin başka bir takım nitelikleri estetik yaşantının hem kaynağı, hem de nesnesi olabilir”. Travis, Betsy’i algılayan özne olurken, estetik yaşantısının algılanan nesnesi, Betsy olur. Kahraman, Betsy’e âşık olmuştur, taksisinde onu, ofisinde çalışırken gözetlemeye başlar.
Bickle, Besty’i günlüğüne yazarken dış sesi şöyle söyler: “Onu ilk kez 63. Sokak Broadway’de, Palantine kampanya ofisinde gördüm. Beyaz bir elbise vardı üzerinde. Melek gibi görünüyordu. Şehrin tüm pisliği arasında yalnız başına duruyordu. Ona dokunamıyorlardı adeta…” Bu sözlerin geçtiği sahnenin sinematografik açıdan değerlendirilmesi de karakterin estetik yaşantısına dair ipuçları vermektedir. Bu sözler geçerken kamera, güneşin altında şehrin keşmekeşinde yürüyen insanları göstermektedir ve kameranın hızı da tıpkı şehrin temposu gibi hızlı ve dağınıktır. Arka planda sakin bir müzik çalmaktadır. Plana Betsy girdiğinde ise kamera ağır çekime girer; sokakta kaldırıma oturmuş bir adam, Betsy’e hayran hayran bakmaktadır. Sakin müzik, romantik bir saksafon ile değişir. Betsy ofisine yürürken kamera pan yapmaktadır.
Sahne, seyircinin kendisine 'Travis’in gözünden Betsy’i izliyormuş' izlenimi verir. Nitekim Travis, taksisinin içinde benzer noktalardan Besty’i ofisinde gözetleyen biridir. Dolayısıyla, sahne Travis’in “estetik yaşantısı”nın bir yansımasıdır; onun, algıladığı nesneyi nasıl algıladığına tanık oluruz.
Travis, Besty’i gördükten sonra, dış dünyayla olan ilişkisinde bir uzaklaşma gerçekleşir. Taksici arkadaşlarıyla bir restoranda otururken dönen muhabbetten uzaktır. Önünde duran su bardağına tablet bir ilaç atar ve onun su içinde fokurdamasını izlemektedir. Travis, tableti suya atarken yönetmen kamerayı yakın planda kullanmaktadır. Hemen ardından kamera Travis’in yüzüne zoom yapar. Travis’in fokurdayan suyu izleme eylemi, alımlama estetiğinde adı geçen boşluklar'dan biri olarak kabul edilebilir. izleyici için bu eylem sadece bir izleme değildir; alt metni olan bir izlemedir. Burada, âşık olmuş bir adamın dalgınlığı vardır. Yönetmen, kullandığı teknikler yoluyla anlatısında buna gösterir; izleyici de bunu görür ve boşluğu alımlayarak doldurur, ona anlam yükler. Bu durum, sinema okullarında öğretilen meşhur “göster ama anlatma"** tekniğiyle örtüşmektedir. Bu tekniğe göre “Hikâye ve karakterler doğrudan anlatılmak yerine duyularla ilgili detaylar ve eylemler yoluyla gösterilir. Bu yazarlık tekniğinde okuyucu, karakterlerle kendini ‘aynı odadaymışçasına’ hisseder.”
Taksi Şoförü’nde Travis ile Betsy’nin tanışması, Besty’nin çalıştığı seçim kampanyası ofisinde gerçekleşir. Travis, ‘algı nesnesi’ Betsy hakkında çeşitli bulgulara sahiptir:
Travis: “Benimle kahve içmeye ve tatlı yemeye gelir misin?
Betsy: “Neden?
Travis: “Sana neden olduğunu söyleyeyim.”
Betsy: “Söyle.”
Travis: “Bence sen yalnız bir insansın. Bu taraflara çok uğruyorum, seni burada çalışırken görüyorum. Etrafında bir sürü insan var, masanda bir sürü evrak, telefon var. Bunların hiçbiri sana bir şey ifade etmiyor. Ben bu ofise girip seninle tanıştığımda, gözlerinde ve duruşunda mutlu bir insan olmadığını gördüm. Bence bir şeye ihtiyacın var. Arkadaş olalım dersen arkadaş da olabiliriz.
Bu diyaloğun geçtiği uzam, Besty’nin çalıştığı ofistir. Ofiste ‘algılayan’ Travis, ‘algı nesnesi’ ise Betsy’dir.
Travis’in Besty hakkındaki varsayımları hem Travis’in kendi ruhsal durumu hem uzamsal hem de algı nesnesinin varsayılan nitelikleriyle bağlantılıdır. Travis Besty’i arzular, ruhsal durumu budur ve onu Besty ile tanışmaya motive eden şey, bu arzunun ta kendisidir. Travis’in ‘algı nesnesi’ Betsy üzerindeki varsayımları yalnızca birer varsayımdır ve ofis uzamıyla ilişkilidir. O da âşık olduğu kadına bir takım özellikler “mâl eder”; bunlardan biri yalnız olduğunu düşünmesi, bir diğeri ise onun hayatında bir şeye ihtiyacı olduğunu düşünmesidir.
Uzamın bir başka yansıması da Travis’in Betsy’e söylediği cümlede kendini açık eder. Bir süredir Betsy’i onunla çıkmaya ikna etmeye çalışan Travis, bir süre sonra şöyle bir cümle kurar: “Ee, ne dersin? (Bir süre duraksadıktan sonra Betsy’nin masasına doğru eğilir.) Biliyor musun, burada dikilip seni çıkmaya çağırmak, çok da kolay değil benim için.”